28 Mayıs 2016 Cumartesi

"Kimdir Gezgin?"

Kendimi bir gezgin olarak tanımlamıyorum. Çekindiğimden falan değil, aslında tam benim kullanmaktan memnun olacağım bir kelime bu, çünkü oldukça havalı. Fakat iki yıldır yaşama tarzımı düşününce, gezginlikten Uzak, ve olsa olsa göçebeliğe Yakın olduğumu biliyorum.

Fakat, işte, derinlerde bir yerde Gezgin olduğumu -bambaşka bir anlamda- biliyordum. Bunu geçen ay fark ettim.

İzmir'de Hülya ve Sezin ile bir etkinlik yapmıştık. "İnsan insana bağlarımız nereye gitti?" diye yazdık karton kağıtlara, ve gelip geçeni bir dakika göz göze bakışmaya davet ettik.

Alsancak'ın sakin saatleri, sırtımızdan yana esen tatlı Rüzgâr ile hafif yakıcı Güneş'in tenimizde hissettirdiği sıcaklık, gelip geçen insanların gözlerinde aradığım manayla birbirine karıştı. Bu keyifli etkinlik sonrasında -ki haber bile olduk- birbirimize bunun tekrarını yapma sözleri verdik.

O gün bir kadın geldi, Hülya'nın blogunu takip ediyordu, ve niyeti onunla tanışmak, tezi için bilgi toplamaktı. Gezginler hakkında bir araştırma yapıyordu, ve öncesinde de nice gezginle tanışmış, onlara sorular sormuş, notlar tutmuştu.

Daha önce üzerine hiç düşünmediğim bir soruyu soruverdi, Alsancak'ın ara sokaklarında bir lokantada yemek yerken: "Kimdir Gezgin?"

Bunun oldukça teknik ve kaba açıklamasını, son bir kaç yılda onlarcası açılan gezgin bloglarına bakarak yapmak mümkün; hayatının tamamını ya da bir kısmını yer değiştirerek geçiren kişidir Gezgin. Daha önce görmediği yeni yerler, yeni yemekler ve içkilerin tatlarının muğlak bir tarifi, dinlediği yeni müzikler ve tanıştığı insanların isimleri ile fotoğrafları gezgin bloglarının içeriğini oluşturur çoğunlukla. Daha da teknik yaklaşanlar, ne kadar ucuza gezdiklerini göstermek ve başkalarını cesaretlendirmek için bir maliyet tablosu dökerler ortaya, kimi motorla ya da bisikletle gezenler hangi parçaların sağlam olduğunu anlatırlar detaylarıyla.

Alsancak'ın ara bir sokağındaki o lokantada, kerevizimden bir çatal daha yutarken bunları düşünüyordum. "Hayır, Gezgin bu değil, sadece bu olamaz."

Benim tanımım biraz farklı:

Hemen her şeyi dışarıda arayan zihinlerin egemen olduğu bu dünyada, gerçek bir Gezgin, gezilerini içeride yapandır. Yaşadığı her bir zevkin ve acının kendinde yarattığı duyguları takip edebilen kişidir. Hatta bu keşiflerden öyle bir keyif alır ki, araştırmalarının ve arayışının yönelimini her zaman bu tuhaf zevk belirler.

Yeni bir lezzetin verdiği haz, olsa olsa özgürleşen, keşfeden ruhun yansıması olabilir. Ya da bir kaç günü birlikte otostopladıkları ve bağ kurdukları yabancı uyruklu bir dosttan ayrılırken Gezgin; hissettiği minnet duygusunun, tekrar görüşemeyecek olmalarının verdiği An'lık özlem ile birbirine karıştığı o yerde, işte tam orada, İnsan olmanın, bu dünyaya gelme sebebinin kırıntılarını içinde hissedebilir.

Gezgin, gezilerini içeride yapandır.


Gezgin, bu duyguları deneyimler, deneyimler, deneyimler. İçindeki karanlık mağaralara korkmadan girer ve karşısına ne çıkarsa çıksın, durup bakmaya cesaret eder.

Bunun için, gittiği her yeni memleket, zorlandığı dolambaçlı patikalar ya da beklenmedik her Aşk, ve hatta kafasını kaldırdığında gördüğü her Bulut ya da her Yıldız, hayatının gerçeğini hissettirir ona.

Benim için başarılı bir gezgin blogu, -düz bir dil ile anlatılamayacak olan- insan ruhunun gizemli ve karanlık yönlerini, edebiyatın desteğini de arkasına alarak anlatabilendir.

...

O halde, şimdi durup soluklanalım, ve sadece bakalım.


Likya Yolu'nda, Seda