19 Ekim 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - X

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeşaltı, yedisekiz ve dokuz


Gün 83: 

Çağım'la yola çıkıp Umut'u da alıp Gökçe ve Edwin'lerde kaldık.

Meditasyon yok. Jeodezik bir ev var.

Gün 84:

Arabanın lastiğinin patlamasıyla başlayan heyecanlı bir macera akşamı bu. Bir filmin en komik ve absürt sahneleri gibi... Jeodezik evden Yuva'ya dönüş pek kolay olmadı, fakat bu talihsizliğe rağmen eğlenebilen üç adam güzel bir anı ekledi belleklerine... Belki başka zaman anlatırım:)

Deyiş'i de hava limanından alıp Yuva'ya dönmeyi -geç de olsa- başardık.

Ne Tilki, ne de meditasyon, hiçbiri yok.

Gün 85:

Bugün duvarın son sırasını tamamladık. Meditasyon yok.

Gün 86-87:

Yorduğum ve yorulduğum günler. Meditasyon yok bir süredir. Aksıyor.

Gün 88:

Çağım gitti ve çok uzun bir aradan sonra kendimle kalacağım (fakat kalamadım, 3 saat sonra Kerem geldi).

Gün batımında Tilki'yi görürüm diye düştüm yola. Fakat göremedim onu. Tanımadığım bir başka kuş gördüm.

Meditasyon denedim, fakat zorlanıyorum.

Bugün tuhaf bir gün. Onca şeyden sonra yalnızlık tuhaf geldi. Hem zor hem hafif. Tuhaf.

Gün 89:

Yuva'nın tepesinde son günler diye çıkıyorum ama çatıyı bir türlü halledemiyorum. Nasıl olacak?

Gün 90:

Bugün meditasyon yok. "Köyden indim şehre" şımarıklığı ile geçti tüm gün, fakat buna ihtiyacım vardı.

...

Nedense (nedense diye yazıyorum ama aldanmayın, aslında sebebini gayet iyi biliyorum ben) son günlerde bir şehir özlemi içindeyim. Uzun zamandır hissetmediğim, hatta unuttuğum -ve tekrar hissedeceğime ihtimal de vermediğim- bir his peyda oldu: İstanbul'a gitmek istiyorum. İstiklal'de boş boş dolaşmak, yeni mekânlar, restoranlar, dükkanlar keşfetmek, sahafları dolaşmak istiyorum. Vapura, tramvaya, hatta fünikülere binmek istiyorum. Çukurcuma'ya gidip Masumiyet Müzesi'nin önünde dikilmek istiyorum biraz. Galatasaray önünde bir arkadaşla buluşmak mesela, ve beni bilmediğim bir yere götürmesi (Meltem veya Alper bunun için biçilmiş kaftan doğrusu!)... Ne anlattığına dair hiç bir fikrim olmayan sanat galerilerine ve bienallere uğramak da istiyorum. Ah tabii, bir Starbucks'a oturup kahve içmeyi de özledim...

Bunu en son 3-4 yıl kadar önce yapmıştım sanırım. Tabii o zamanlar maaşlı ve beyaz-yakalı bir çalışan olduğum -ve hatta İstanbul'daki toplantılar bahanesiyle aldığım harcırahı da istediğim gibi harcayabildiğim için- oldukça rahat keşfedebiliyordum... Bu ihtimalden Uzak'laşalı çok zaman geçti.

Bugün, en azından bu özlemimi biraz bastırmak için İzmir'de dolaşayım dedim. Gündoğdu Meydanı'na yatıp Bulutları izledim. Boş boş yürüdüm; vapura binmek için vapura bindim ve bir kaç tur dolaştım Bostanlı-Alsancak arasını. Bu sırada güzel müzikler de eşlik ediyordu bana. Boş boş baktım çokça. Kendime yeni bir kalem aldım, ve hiç kullanmadığım bir not defterime bir şeyler karaladım -bir liste. Bir kafede otururken ve Mehmet'in çevirdiği kitabı karıştırırken 10 küsur yıldır görmediğim bir arkadaşa, Çağdaş'a, rastladım. Peşinden sürüklendim, hiç oturmadığım bir bara götürdü beni. Yine on küsur senedir görmediğim bir başka arkadaş, Lemihan da oradaydı. Oturup arayı kapatmaya çalıştık, ne kadar kapatılabilirse. Sonra günümüz gençlerinden, müziklerden ve kadınlardan konuştuk. Güzel bir karşılaşma ve tuhaf bir sohbetti. Son olarak Havagazı'nda açık hava sinemasına gittim, konusuna bile bakmamıştım doğru dürüst. Yavaş akan, bir kaç güzel sahne dışında sıkıcı bir film izledim. Fakat açık havada oturmak keyifliydi... Sonra Yuva'nın yolunu tuttum, gerisin geri.

...

İstanbul özlemimi giderdiğimi söyleyemem -ki zaten bunu yapabilmem için hatırı sayılır miktarda bir bütçeye ihtiyacım var. Öte yandan, nicedir kendimle böyle vakit geçirmemiştim. Keyifli hissediyorum.

Eve vardığımda meditasyon yapacak halim yoktu.

Uyudum.

Gün 91:

Meditasyon yok. Haliyle, Tilki de yok.

Gün 92:

Aşk günü.

Bugün Ateş yakmaya karar verdim. Bana kalırsa ilginç olan Ateş'in sadece Aşk'ı harlaması olmadı -hatta sanki bu sadece zamanlama meselesiydi. Bana ilginç gelen başka bir şey oldu. Ateş'e bakarken aklıma geçmişte yaktığım Ateşler geldi. Ve tek tek onları hatırlamaya çalıştım. Sonra fark ettim ki, Likya ve Frig yollarında kendi yaktığım tüm Ateşleri hatırlıyorum. Sadece yaktığım yeri hatırlamaktan da bahsetmiyorum, o Ateşi yakmak için çalı çırpı, dal toplayışımı, Ateş'in kendisini, O'nu izlediğim An'ları, hepsini hatırlıyorum...

Ateş'i bu kadar net hatırladığımı fark etmek, kendimi bir açıdan tekrar hatırlamama da yol açtı. Ateş'le olan ilişkim, bildiğimden daha kuvvetli ve derin. Bunu idrak ettiğimde bir kıkırdama geldi, ve kendimi tutmaksızın güldüm.

Ne olduğumu biliyorum.

Hep biliyordum.

...

Ateş'(im)in başındayım.

Ülker, Boğa ve en altta da Orion yükseliyordu -Güneydoğu'ya doğru hayranlık ve sempati ile onlara bakıyordum. Ateş yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Yeni bir dal parçası koymamıştım. Kadın kalktı. "Üşüyorum" dedi. Gidecek sandım. Gitmesini istemiyordum elbette. Fakat eninde sonunda gidecekti. Yanına yaklaştım, elimi sırtına koydum. Biraz ısıtabilsem belki de gitmezdi.

Sonra sarıldık. Daha önce olduğu gibi; sonsuzluk gibi. Zaman bükülmeye başladı. Kendi kalp atışımı da O'nunkini de hissedebiliyordum.

...

Şükür içindeyim. Bu geceyi unutmayacağım.

foto: https://www.reddit.com/

(Böylece içinde hiç Tilki geçmeyen günler başlamış oluyordu)

19 Eylül 2017 Salı

Hancı'ya Kılavuz

1.

Hancı her zaman bir Yolculuk'ta olduğunu anımsamalıdır.
Her yerleşiklik -nihayetinde- bir yolculuktur
(Fakat her yolculuk,
bir yerleşiklik
değildir).


2.

Hancı hangi konuğuna nasıl davranacağını,
ya da davranması gerektiğini
iyi tartmalıdır (Yani misafir sarrafı olmalıdır).
-tartmak için görmek, görmek için de bakmak gerekir.

Kimi misafir üzerine düşülmesini umarken, kimisi rahat bırakılmayı bekleyebilir.
Kimi tembellik etmeğe ve durmağa, kimi de enerjisini harcamağa ve dönüştürmeğe gelir.
Kimisi temiz çarşaflar isterken, kimisi bir köşede uyuyuvermekten mutlu olur.

Hancı halden anlamalıdır.


3.

Hancı'nın
-tıpkı Yolcu gibi-
Müzik zevki olmalıdır.
Her konuktan yeni bir şarkı öğrenmeğe,
Her konukla sevdiği bir şarkıyı dinlemeğe
vakit ayırmalıdır.


4.

Hancı,
konuklarını uğurlarken,
arkalarından su dökmeyi
unutmamalıdır.

Ritüeller,
önemlidir.


Ritüeller,
önemlidir.
foto: Özkan Neşeli


5.

Hancı,
Han'ın kapısını ne zaman açık tutacağına,
ve ne zaman kapalı tutacağına,
dikkat etmelidir.


6.

Hancı mutfaktan az da olsa anlamalıdır.
İyi bir Han,
sofralarıyla (da) anılır.


7.

Hancı, Han'daki her şeyin yerini bilmelidir.
Çünkü yerleşiklik,
yerleştiğin yeri bilmektir.
Eğer Hancı,
Han'da neyin nerede olduğuna dair şüphe içindeyse,
Hancı henüz yerleşmemiştir.


8.

Hancı,
Han'ın kendisinden bağımsız bir varlık olduğunu bilmelidir.
Kendiyle bağlantılı,
Ve fakat kendinden bağımsız.

Kendinden
-bağımsız.


9.

Hancı herhangi bir An'da,
-belki de kısacık bir An'da-
Han'ının yok olabileceğine,
-yangına, depreme, icraya...-
hazır(lıklı) olmalıdır.

En nihayetinde,
Her (H)an
-geçicidir.


10.

Hancı olmadan Han,
Han olmadan da Hancı,
Oldukları gibi olamaz.
- olamazlar.
- olamazlardı.


11.

Hancı,
Tanrı misafirlerine açık ve hazırlıklı olmalıdır.
Han,
(En çok)
Tanrı misafirleri için vardır.


12.

Hancı, konuklarına âşık olmazsa kendisi için daha iyi olur.
Çünkü kendinden bir parça da
Onlarla birlikte gidecektir.

Hancı hep,
biraz,
eksik kalır.

13 Eylül 2017 Çarşamba

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - IX

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeşaltı, yedi ve sekiz


Gün 64:

Bugün günlerden sarılma.
Hiç unutmayacağım;
ve uzun zamandır özlediğim bir sarılma.


Balığın gözünden Tilki'nin Yuvası
foto: Özkan Neşeli


Gün 65:

Yine vadiye seyirttim. Tilki'yi dün de görmemiştik, bugün de görmedim. Uzun zamandır görmüyorum. Bana bir işaret vermesi için nice düşünce ve soru geçirdim aklımdan. Sonra meditasyon yapıp düşünceleri geçirmemeyi de denedim. Fakat görünmüyor.

Neredesin?

Gün 66:

Bugün Tilki Yuvası'nın 14. sırasında oturdum. Yukarıdan görünen manzara muhteşem. Bir çok dostun katkısı olan ve ellerimle yaptığım bir evin tepesinde meditasyonda oturuyorum.

Adeta bir Tilki, yuvasına tünemiş gibi...

Hissettiğim tatmin duygusunu nasıl aktarabilirim bilmiyorum. Bildiğim ve kendime tekrar ettiğim şey şu; güzel bir şey yapıyorum. 

Kendimi daha çok sevmeye, bu ihtiyacı dışarıda değil, kendimde aramaya daha çok gayret etmeye kararlıyım. Bu bir Yuva yapmaktan daha zor, öte yandan, bu belki de gerçek Yuva'yı keşfetmek için yapılması gereken şey.

Gün 67:

Bugün iki defa meditasyon yaptım, biri Yuva'da, diğeri evdekilerle birlikte, üst katta -ve artık oranın adı Şifahane oldu (Teşekkürler Çağım ve Hazal).

Zor bir gün ve zor bir gece. Çok yorgunum, gönlüm ve bedenim yorgun. Duygu değişimleri çok yorucu. Dinlenmeye ihtiyacım var.

Gün 68-69:

Bugünlerde yaşananları herhangi bir kelime anlatamaz. Belki biraz müzik, ve biraz daha müzik.

İnsanın kendi Yolculuğunu kabullenmesi, başkasının Yolculuğunu kabullenmesinden daha kolay olabilir mi?

Gün 70-71:

Yuva'ya çıkıp oturuyorum. Bekliyorum ve Tilki'nin sureti değişiyor.

Yazabileceklerim bu kadar.

Gün 72:

Nefes almak için tatile çıktım bugün, Arda ile Bahar'a gittim Urla'ya.

Akşam Hazan ve Bilal'in evdeydim, gece meditasyon yapamadım ve sabaha kaldı. Sabah bu güzel evin damında oturdum, serinlikte, sessizce...

Gün 73:

Yeniden Yuva'nın tepesindeyim. Daha düzgün meditasyon yapabilmeye başladım. Çatıyı kapatmak istiyorum, ama öte yandan, çatı kapanınca Yuva'nın tepesine çıkamayacağım. Burada gördüğüm manzarayı (da) özleyeceğim şüphesiz.

Tilki bir kaç gündür aklıma düştü. Yine. Erken saatte gidip uzun oturup gelip gelmeyeceğine bakmak istiyorum.

En nihayetinde, Tilki'nin sureti değişti, anlamı değil.

Gün 74-75:

İki gündür Tilki Yuvası'ndayım fakat yalnız değilim. Önceki gün Deyiş ve Burcu eşlik etti meditasyona. Sohbet etmekten meditasyon yapamadık. Sonraki gün ise sadece Deyiş vardı, bir de Dolunay.

Yazacak çok şey var, ama kelimelerim yetmez.

Gün 77:

Ve sonunda Tilki geldi!

Haftalar sonra O'nu yeniden görmek, tuhaftı. Öte yandan ferahlık da verdi.

Aklımda ve gönlümde sorularla gittim eski meditasyon noktama. Gün batıyordu. Bengi'nin dizip bıraktığı taşlar orada duruyordu. Çam ağacı duruyordu. Serinlik ve sessizlik tanıdıktı. Oturdum. Düşünce ve sorularla yoğun zihnimi bir kenara bırakmaya çalıştım. Bırakamayınca Om'lamaya başladım. Om'lamak gerçekten işe yarıyor.

Bir süre sonra zihnim sakin, sessizdim. Tilki'nin geleceğine artık ihtimal vermiyordum.

...

Bugün Kıvanç araçla eve dönerken yolda ölü bir Tilki gördüğünü söylemişti. "İstersen gömelim" dedi hatta. İstemedim. O benim bağ kurduğum Tilki değil diye düşündüm. "Sahi, bağ kurduğuma ne oldu? Nicedir yok."

Tilki'nin sureti değişti bir süredir. Fakat anlamı değil. Kurduğum bağlarla ilgili. Sorduğum sorularla ilgili. Ve beklemekle ilgili bu Tilki.

Bugün yeniden gördüğüme hiç şaşırmadım.

...

Meditasyonu iliklerimde hissedince durdum. Sessiz, izlemeye başladım, haftalarca baktığım Taşlara, Ağaçlara, Karatavuklara, Gökyüzüne ve Serinliğe.

Kurudere yolunun ilerisindeki bir çalıya bir kuş kondu. Gövdeden yukarısı kırmızı/turuncu, fakat Kızılgerdan değil. Hüthüt de değil. Bilmiyorum. Farklı bir kuş. Ona dikkat kesildiğim anda kurudereyi hızlı adımlarla bir Tilki geçti! Bana doğru yaklaşıyor. Çalıların ardında bir kayboluyor bir görünüyor. Bana doğru geliyor ve hiç kıpırdamadan O'nu karşılayacağım bu sefer.

Yaklaşık 5 metre mesafeye kadar beni farketmeden koşturarak geldi. Kafasını kaldırınca birden beni gördü ve adeta şaşkınlıkla yerinde zıpladı. Ani bir irkilme, minik bi şaşkınlık sesi, ve sonra arkasına dönüp daha hızlı adımlarla gerisin geri kaçtı. Şaşkın şey.

Hiçbir şey yapmayarak, sadece durarak, bir Tilki'yi korkutmuşluğum da var artık, kayıtlara düşebiliriz.

...

Tilki haftalar sonra yeniden geldiği için iyi hissediyorum. İçimde dönen yeni sorulara cevap oldu. Teşekkürler Tilki...

"Never afraid to take the leap of faith from your comfort zone into a new, strange nature."
Görsel: instagram/vacations.co

Gün 78:

Yuva'nın tepesindeyim. Gece. Sessiz ve serin. Çağım ve Kıvanç ile derince bir sohbetten geldim buraya. Kendimdeyim. Düşünüyorum. Meditasyon değil, düşünüyorum.

Bu arazide ne yapacağım, ne hayal ediyorum, nasıl yapacağım...

Gün 79:

Yuva'nın tepesinde, olaysız, esintili, güzel bir gece. Olmak istediğim yerdeyim. Biraz özlem çeksem de...

Gün 80:

Yerleşmek ve Yolculuk üzerine düşünüyorum bir süredir (Belki de uzun bir aradan sonra yeniden Aruoba'nın Yürüme kitabını kurcaladığımdandır).

Bir yandan geçtiğim üç yıldaki Yolcu hallerime yoğun bir özlem duyuyorum. Tilki Yuvası'na desteğe gelen onlarca insanla bağ kurup giderlerken de arkalarından el sallayıp su döktüm. Ve şimdi burada, arkada kalmak, yıllar sonra ilk defa arkada kalmak, tuhaf hissettiriyor. Sanki bir inisiyatifim, tasarrufum yokmuş gibi hissettim önce. Benim gibi eylemsever bir insan için zor şey. Fakat öğreniyorum.

Bir Tilki'yi beklemek, bir Tilki'yi beklemekten çok daha fazlası aslında.

Bugün yine Dereyolu'na yollandım. Geçen gün gördüm ya Tilki'yi, belki yine görürüm diye umarak. Fakat bugün talihim az...

Yukarıda dönüp duran ne olduğunu tespit edemediğim bir düzine kuş var. Yırtıcı bir kuşun yavruları gibiler ama emin değilim. Arada çıkardıkları kesik, kısa ve keskin sesler mekâna yeni bir şey getirmiş. Bir de geçtiğimiz haftalarda olmayan kocaman kara sinekler var. Meditasyon sırasında rahat bırakmıyorlar. Ha bir de şu sersem arılar, Sarıca cinsi, ağzıma ya da kulağıma girmek ister gibi uçuyorlar, fakat onlara alıştım, tepki vermiyorum.

Ağaçların yaprakları sararmaya başlamış, kimi dökülmüş. Erguvan'ın kimi yaprakları kızarmış.
Zor ama tatminkâr bir yaz geçirdik hep beraber.
Tatminkâr, çünkü hayatta kaldık.
Tatminkâr, çünkü yaşıyoruz.
Tatminkâr, çünkü başardık.

Fiziksel bir hareket halinde olmadığım bir Yol'a girdim şimdi. Yol'un ve Yolculuğun anlamını değiştiriyorum (Tıpkı Aşk'ın ve Gezgin olmanın anlamını değiştirdiğim gibi). Bir Meşe'nin Yolculuğu belki, ya da bir Tilki'nin?

Bugün sekseninci gün. Jules Verne Seksen Günde Devr-i Âlem'i hayal etmişti. Ben seksen günde hayal dahi edemeyeceğim bir yere geldim. Seksen günde neler olmaz ki!

...

Şimdi duruyorum. Bekliyorum gibi görünüyor, ama değil.
Tilki gelmiyor. Gelmiyor gibi görünüyor ama değil.
Belki Tilki'nin ötesinde bir şeyleri bekliyorum. Belki Tilki bana geliyor.
Belki.

Gün 81-82:

Tilki Yuvası'nın tepesindeki son günlerime yaklaşıyorum. Oranın tadını çıkarmak için sessizce oturuyorum, serin esintiyi duyumsamaya çalışıyorum. Yukarıdan görünen manzara harika.

Annem arazinin Kuzeybatı ucuna yapmıştı Yuva'sını. Ben ise diğer uca, Güneydoğu'ya yapıyorum bu Yuva'yı. Araziyi dengelediğimi hissediyorum attığım bu adım ile.

Sanırım yüksek bir şeyler inşa edeceğim yakın gelecekte, tam da durup meditasyon yaptığım hizada bir şeyler. Yüksek. Bir Ağaç gibi... Sık sık bunu hayal ediyorum şimdi. Toprak'la işim bittiğinde, sırada ne var acaba?

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VIII

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeşaltı ve yedi


Gün 54:

Tilki Yuvası'ndaydım yine. Geceyi bekledim. Uykum vardı, gözlerimin kapanma olasılığına rağmen oturdum Yuva'nın dibine. İyiyim. Huzurluyum. Doğru yerdeyim. Olmam gereken yer burası.

Hava serin. Üşüyebileceğim kadar serin. Ay çok küçüldü. Perseus'a dönük oturuyorum. Yıldız kaymıyor artık, ya da kayıyorsa da ben göremiyorum. Buralarda ışık kirliliği çok yoğun.

Sık sık anlatırım; ölmeden önce yapmak istediğim şeylerden birisi (hatta sanırım listenin ilk sırasında) Güney yarı kürede bir yerlere gidip yıldızları izlemek (Mesela uzun bir gemi yolculuğu çok harika olurdu). Bu yarı küredeki bütün takımyıldızları öğrendim sayılır. Kafamı kaldırdığımda neyin nerede olduğunu biliyorum.

Ve insan nasıl bilmediğini bilmiyorsa, bildiğini de biliyor*. Yıldızları unutmam mümkün mü artık? (Dikkat, şu son soru cümlesinde gerçeklik ve metafor aynı oranda ve yoğunlukta kullanılmıştır).

İlk kez gökyüzüne bakıyormuşçasına bir An yaşamak için onca yolu gitmek istiyorum. Bu dünyada yaşamak için daha anlamlı bir sebep de hayal edemiyorum zaten...

Gün 55:

Orman'a gittim. Yine görünmedi Tilki. Zaman zaman cool bir biçimde, zaman zaman yalvarırcasına bakındım etrafa, onu aradım, aramıyormuş gibi yapamadım, meditasyon denedim, uyukladım. Fakat yok. Gelmiyor.

Bu gelmeyişler -ve daha önceki gelişler- acaba sandığım şey mi? Şayet öyle ise, çok yazık oldu o sandığım şeye.

Sanki Evren'in derinlerinde bir yerde bir anlaşmanın parçasıydım (ve parçasıydık). Ve tüm Tilkiler bize bir haber muştulamak istiyordu. Öyle miydi gerçekten?

İnsan kalbini açınca bir çok şey mümkün olabilir. Ancak kalbi açmaya vesile olan her şey ve herkes, kapatmaya da vesile olabilir. Bu Evrende her şey ya çift taraflı çalışır, ya da hiç çalışmaz.

(Daha da muğlak yazamazdım sanırım, aferin bana)

Gün 56:

Tilki Yuvası'nın yanında ve karanlıkta meditasyon denemesi. Rüzgârlı bir gün, ve etraftan duyduğum seslerden irkiliyorum. Sanki arazide birileri geziniyormuş gibi, çeşitli mekanlardan gelen çeşitli sesler. Bir de Burcu'nun kırık fayanslardan yaptığı ağaç süsünden gelen; hep bir hatırlatıcı, hep bir hatırlatıcı, hep...

Gün 57:

Uzun süre sonra yeniden meditasyon halini hissedebildiğim bir gün. Odaklandığım, sessizleştiğim, içime dönebildiğim. Şükür.

Artık Tilki'yi görmek için Orman yoluna daha da az gider oldum. Buna üzülüyorum. Öte yandan Yuva'ya olan bağlılığım artıyor her geçen gün. Ayrıca ilk günlere oranla inanılmaz eğlenmeye de başladım. Daha Yuva bitmeden gelen bir tatmin duygusu var.

Gün 58-59:

İki gündür Tilki Yuvası'nın yanındayım. Tilki'nin yuvasına gitmek yerine O'nu yanıma getirerek bir çeşit hile yapıyorum. Fakat yorgunluktan halim yok. Ev iki gündür çok kalabalık, çalışma daha yoğun, hissettiğim sorumluluk da daha fazla.

Meditasyon yapabilmeye başladım, fakat uzun süre oturmuyorum. Yuva'nın duvarlarında gözle görülür bir yükselme var, ve bende yoğun bir tatmin duygusu yaratıyor.

Serin akşamlar; her şey çok berrak.

Gün 60:

Rutine bağlandı meditasyonlarım. Yuva'nın yanında ve yatmadan önce. Yıldızlar, serinlik ve Yuva'nın duvarlarına bakıp hissettiğim tatmin duygusu...

Kaç gündür Tilki'yi gördüğüm yere gidemiyorum. Pişmanlık duyuyorum. Bu ne tuhaf bir metafor böyle. Tilki'yi, O'nunla kurduğum bağı ve O'na atfettiğim anlamı çok özledim.

Gün 61:

Bugün meditasyon sırasında yalnız değildim, Ela ve Melih eşlik etti bana.

"Kimler geldi kimler geçti"
Foto: Züriye

Gün 62:

Bugün ilginç bir şey oldu. Neden bilmiyorum** ama meditasyon yapmayı unuttum. Gerçekten çok yorgun olduğum bir gündü, kalabalıktık ve zihnim dağınıktı. İki ay geçti ve ilk kez bir meditasyonu aksattım. Aklıma bile gelmedi. Üzgünüm, çünkü değişen şeylerin içselleştiğini muştuluyor olabilir...

Kazasını tutsam kabul olur mu?

Gün 63:

Bugün Züriye ile Yuva'nın yanında meditasyon yaptık. Serin bir gün. Keyifli bir meditasyon oldu. Ülker (ve Boğa) Yuva'nın üzerinde yükseliyordu. Biraz daha karanlık bir yerde olsaydık tatlı tatlı mavi ışımasını seyredebilirdim. Eğer Ülker yükseliyorsa bu benim için harika bir haber: Artık Kış geliyor (Winter is coming).

Bu sene Kış'ın gelmesini her şeyden daha fazla istiyorum. Evet Tilki Yuvası'nı sağlıklı bir şekilde bitirebilmemiz için Yağmurlar gelmeden sıvasını yapmamız gerekiyor, biliyorum.

Yine de;
Kış gelsin artık.







* Dolaysıyla asıl meselenin de bildiğimizi bilmediklerimiz ile bilmediklerimizi bildiğimiz şeyler olduğunu iddia etmek mümkün. Fakat çok da emin değilim... (Şair burada bilmek derken zihinsel bir biliş de dahil olmak üzere, varoluşun her türlü bilgisini kastetmektedir. Bir Matrix içinde yaşadığımıza dair sezgisel bilgi ya da birisinin sizin ruh eşiniz olduğuna inanmanız, ya da enerjinin, kütlenin ışık hızının karesi ile çarpımına eşit olduğu bilgisi gibi, hepsi aynı yerden gelmektedir, diyor. Hatta dedim bile.)

** Açıkça yalan söylüyorum size. Aslında nedenini gayet iyi biliyorum ancak burada açık açık yazamam.

15 Ağustos 2017 Salı

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VII

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeş ve altı


Gün 49:

Çatırdayan değişimler sonrası ruh halim karmakarışık. Sıkışık bir gün bu. Anlatamadığım bir hal. Hatta hiç anlatmak istemediğim...

İçimden kurudere yoluna gitmek değil ölmek geliyor; yok olmak. Ancak alışkanlıkla kendimi sürüklüyorum.

İnşaattaki işi tamamlar tamamlamaz yola koyuldum. İçim kabarık. Yoğun bir hüzün ve veda var. Öfke ve çaresizlik var. Karşılanmayan ihtiyaçlar var. Ruh halimde kontrol edilemeyen bir geri bildirim sistemi çalışmaya başladı, her şeyi yakana kadar da durulamadım. Ve bunları daha şeffaf yazamıyorum bile. Anlatmak istediğimde anlatamıyorum ki, nasıl yazayım?

Her zamanki yerime vardım. Tilki yok. Meditasyona oturmadım. Ve bağırdım: "Buralarda mısın!?"

Ses yok.

Kendime mırıldandım sonra: "Acaba neredesin?"

Bu bir Tilki'ye ilk kez seslenişim olabilir. Çaresiz bir sesleniş bu. Kökü acıdan geliyor.

Bir süre ağladım. Kimsenin olmadığı  (ya da olmadığını sandığım) bir Orman'da ağlamak çok iyi geldi. İstediğim kadar bağırıp iç çekebildim. Bir süre sonra da duruldum. Şiddetli ağlama hezeyanı geçince kafam bir hoş oldu, meditasyon gibi...

Sonrasında meditasyon yapmadım, sadece düşündüm. Çünkü düşünecek çok şeyim vardı. Üzgünüm. Olan biten her şey için, çok üzgünüm.

Düzeltmenin herhangi bir yolu var mı?

"Becerebilseydim buraya yanmakla ilgili bir şeyler yazardım. Ama yanmak yazılmaz. Yanmak yanılır."


Gün 50:

Yorucu bir çalışmanın ardından, kan, ter, toprak ve kir içinde Orman'ın yolunu tutuyorum.

Şu Böğürtlenler her geçen gün biraz daha olgunlaşıyor. Peki ya ben? Ben ne zaman olgunlaşacağım?

Bir şeyler öğrenebildiğime şüpheliyim, fakat çabam takdire şayan.

Bugün de Tilki yok. Bağ hissetmiyorum. Pişmanlığım ve üzüntüm had safhada.

Gün 51:

Bugün Yuva'nın yanındayım, Orman'a gitmek için geç kaldım ve yorgunum. Yuva'da Tilki yok, ama Yuva artık bir Tilki Yuvası oldu. Adı bu.

Yuva'yı ve Ay'ı sağ çaprazıma alarak genç bir Zeytin'in altına oturdum. Yüzüm Kuzeydoğu'ya dönük, karşımda Perseus. Sırtımı Yay'a yasladım. Pek az insanın bildiği kutsal şarkımı açtım: We have all the time in the world*. Şehrin ışık gürültüsüne ve yarım Ay'a rağmen göktaşı yağmurunu izlemeyi umuyorum. Sivrisineklere bile aldırış etmiyorum.

Bir süre sonra müzik bitiyor. Gözlerimi kapatıp meditasyona başlıyorum. Günlerdir konsantrasyonum yerlerde sürünüyor. Şimdi biraz daha iyi. Nefes. Al. Ver.

Bir süre sonra gözlerimi açıyorum ve açar açmaz bugüne kadar gördüğüm en güzel yıldız kaymalarından birini izliyorum. Atmosfere girip de yanan meteorun parçalara ayrıldığını bile görebiliyorum. Dileğim hazır zaten: Please, please, please let me get what i want.

Zor günler geride kalıyor. Otuz yaşımı tamamlamaya iki gün kaldı. Ellerimle yaptığım Tilki Yuva'sının dibinde oturuyorum. Esinti ile dalgalanan gölgeliklere Ay ışığı vuruyor, izliyorum.

Bugün güzel bir gün; Tilki'yi görmüyorum fakat bağlantıyı yüreğimde hissediyorum.

Otuzlu yaşlara hazırım.

Gün 52: 

Saatin on ikiyi geçmesini bekliyorum -ki doğum günüm başlasın. Aslında ne saçma bir eşik, saat 00:00 olunca doğum günüm oluyor, halbuki bundan 30 sene önce ne Güneş, ne Dünya, ne Ay, ne de Samanyolu bu konumda değildi. Fersahlarca kere fersahlarca ötede bir yerlerdeydi hepsi. Yine de bekliyorum işte. Her zaman belirttiğim gibi; inanmak istediğimiz tüm hikâyelere biz inanıyoruz. Ve onlara inanmayı bırakırsak ya da başka hikâyelere inanmayı seçersek dünyayı da değiştirebiliriz.

Tilki yoluna eskisi kadar heyecan duyamadım bugün. Geçen haftalarda bu sözde özel gün için hayalim çok farklıydı. Fakat olaylar böyle gelişmedi. Yuva'nın yanı şu anda meditasyon için daha uygun görünüyor. Yarım Ay'ın ışığında yarım inşaatın halini izliyorum. Ay ışığında Tilki Yuva'sı çok güzel görünüyor. Tuhaf bir tatmin duygusu yayılıyor içime.

Doğum günü dileği dilemek için Perseid Göktaşları'nın yoluna bakıyorum -şu anda Kuzeydoğu'da. Fakat hiç bir yıldız kaymıyor. Yine de dilek dilemeye engel değil. Bugün benim günüm -hem de otuz oldum, rakamla 30- istediğim dileği dilerim. Beis yok.

Geçen günlere göre daha da ferahlamış durumdayım. Bir adım geri atıp baktığımda hayatım yıllardır hayal ettiğim ve gitmesini istediğim istikamette gidiyor. Bu yaşamı ben seçtim (işte inandığım bir hikâye!). Elimden geldiğince de seçimlerimi gerçekleştiriyorum (ve bir başkası daha!)

Buraların tatlı bir esintisi var. Tam olarak hangi yönden geldiğini keşfedemedim. Bazen dağdan ovaya doğru, bazen iki sıradağ bloğunun arasından denize doğru. Bazen de tam tersi. Kış mevsiminde fırtınalara sebep olacak denli rüzgâralan bir bölge. Ama yazın hayatı hafifleten, ferah, meditatif bir rüzgâr.

Şükür.

Gün 53:

Bugün yirmiler bitti ve otuzlar başladı. Keyifli bir gün. Aranmak, konuşmak, duyulmak... Özel günler, sevmek ve sevilmek için güzel bahane. Tadını çıkarıyorum. Kimi özel bağlar ve kimi özlemler dile geldi gün boyunca. Nostaljik, melankolik -ama hani pek de kötü hissettirmeyen- bir lezzeti vardı bazı iletişimlerin.

Kurudere yoluna Halil ile gittik bu akşam. Tilki'yi görebileceğimi ummuştum, heyecanlanmıştım da biraz (E bugün doğum günümdü ya işte, Tilki bunu nasıl bilmez?) Fakat görünmedi. Üzgünüm.

Uzun uzun sohbet ettik Halil'le, hava karardığında hâlâ konuşuyorduk.

Dönerken evin temelini doldurmak için iki araba taş taşıdık.

Verandada, kırmızı masanın üzerinde peynirler, meyveler ve şaraplar varlığımı kutlamam için beni bekliyordu.

...

Otuz yaşıma girmek tuhaf bir yaşlanma hissine de yol açıyor. Artık yirmiler geride kaldı, ve bir daha asla yeniden yirmilerimi yaşayamayacağım. Yaşadığım her şey geçmişteki bir anı oldu. Geçmişte. Şu an değil. Geçmişte.

Şu parça ruh halimi çok iyi anlatıyor. Elli yaşımı görebilirsem, yine bu parçayı dinleyeceğim. Kim bilir, belki o zaman bir Tilki yanımda olur...






*We have all the time in the world: Meâli, dünyadaki tüm zamana sahibiz. Şarkıyı da bilen bilir.

10 Ağustos 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VI

Hikâyeyi başından okumak isterseniz, sırasıyla; sıfırbirikiüçdört ve beş


Gün 40:

İnşaat düzenimi sarsıyor. Yine de meditasyona tabi kalacağım. Gece oldu, Orman'a gidecek gücüm kalmadı, ancak kutsal olan bir alan daha var bu arazide: Yeni Yuva'nın inşaatı. Meditasyonumu orada yapabilirim.

Gün 41:

Orman'a gittim. Döner dönmez günlüğümü yazmadığım için detaylandıramayacağım. Fakat Tilki gelmedi. Meditasyonda zorlanıyorum. Yorgunluktan uyukluyorum. Rüyaya geçme anında başım düşerek kendime geldim, bir kaç defa. Tilki'nin görünmemesine bozuluyorum.

Gün 42:

Yine Orman'a gittim. Dünden pek farklı değil durum. Tilki'nin görünmeyişine çok üzülüyorum ve hatta özlüyorum o kısa (ve seyrek?) karşılaşma An'larımızı.

Gün 43:

Rutin diyebileceğim bir gün daha. Kırk üç gün geçince bile bir rutin yakalamak mümkün. Sahi kırk üç gün uzun mu kısa mı artık bilemiyorum. Tilki ile karşılaştığım o ilk gün Uzak mı yoksa Yakın mı? Tam olarak neredeyim?

Gün 44:

Bugün Tilki'yi gördüm yine kısa bir An. Çünkü gürültüden dolayı hemen uzaklaştı. O sırada arkamdan Züriye, Halil ve Burcu geliyordu ve ben onun gidişini buna bağladım. Fakat öyle olmayabilir elbette... İnandığımız tüm hikâyelere, masallara inanan biz değil miyiz zaten? Gerçekte ne olduğunu asla bilemeyiz gibi geliyor. Bazan.

Gün 45:

İnşaat devam ediyor. Bugün kısa süreli bir fırtına geçti üzerimizden. Yuva'nın duvarları ıslanmasın diye hızlı bir müdahale ile her yanı kapatmaya çalıştık ve bu sırada donumuza kadar ıslandık. Gölgeliklerimiz sanki her şeyi arkalarına takıp havalanacak gibiydi. Ağaçlar zarar görmesin diye bağlarını kestim ani bir kararla. Bence müthiş bir An'dı bu. Yaşadığımı hissettiren An'lardan. Sanırım her şeyin huzurlu ve düzenli gitmesini içten içe istemiyorum. Uzaylı veya Zombi istilalarını, meteor çarpmalarını -ve hatta iklim değişikliğini- ve bunların yol açacağı kaosu merakla bekleyen bir tarafım var (Filmdeki adam 'Kaos bir merdivendir' diyor). Yaşadığım(ız) rutin hayatların değişmesi için böyle bir felaket gerekiyorsa, buyursun gelsin.

Fırtına sonrası müthiş bir koku. Toprak kokusunu içime çekiyorum. Bulutlar ve ışık o kadar estetik ki, tarif edemem. 

Yorgunum. Meditasyon yapamıyorum. Önce düşünceler akın ediyor, derken hülyalara kapılıyorum, sonra içim geçiyor ve başım öne düşünce sıçrayarak kendime geliyorum. Yaklaşık on defa meditasyon denemesi yapıyorum ve hep aynı sırayla aynı şey oluyor.

Bugün meditasyon yok. Tilki de yok. Yorgunum.

Gün 46:

Yuva inşaatı, hem dünkü fırtınanın üzerimdeki etkisi, hem de bir grup dostun evden ayrılmasıyla sekteye uğradı. Beklemedeyiz. Ama fırtına sonrası yapabileceğim en iyi şeyi yaptım bence; çay demledim. Çünkü yeniden başlamak için yapabileceğimiz en iyi seçenek -istisnasız her zaman- çay demlemektir.

Meditasyon yerine geldim. Oturdum. İçimin geçeceğini bile bile gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeyim. Bir ara gözlerimi açıyorum, karşı tarafta Tilki, boydan boya yürüyor. Benden yana bakmıyor bile. Bağlarımız zayıflamış gibi...

"Kaybolan suretler"


Gün 47:

Evin temeline taş lazım diye el arabası ile gittim yolun yarısını. Bunun gibi 200 el arabası taşırsam temeli anca doldurabilirim. Zaten beklemek de böyle bir şey işte. 200'ün yanında bir 1 gibi. Hatta 20.000'in yanında. Belki de hatta 2 milyon ışık yılının ötesinde bir Dünya gibi...

Bugün Tilki yok. Bir Karatavuk şakıyarak yanımdan geçiyor. Kuşu izlerken Bulutları fark ediyorum. Her şey muazzam güzel, ancak içimde hiç bir kıpırdanma olmuyor.

Hisler geçiyor.
Zaman geçiyor.
Ömür geçiyor.

Gün 48: 

Kırk sekiz günün (hatta öncesinde de geçen bir süre ile yaklaşık iki ayın) sonunda, olmak istemediğim bir yerdeyim. Tilki ile münasebetimiz biçim değiştiriyor artık. 

Metaforların silindiği bir yere geliyorum. Suretlerin silindiği. Anıların umutlardan bağımsızlaştığı...

Bir Tilki ile arkadaş olmak, bazan sadece bir Tilki ile arkadaş olmaktır, belki de.

Bugün meditasyon için yuva inşaatının yanında oturdum. Dolunayı bir gün geçen ayın yükselişini izledim. Badem ağacının silüetine baktım. Güçlü rüzgârlar esiyordu. Uçuşan gölgeliklere baktım. Ayın önünden geçen bulutlara baktım. Her şey geçiyor.

Geçmesini istemediğim her şey geçiyor...

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - V

Hikâyeyi başından okumak isterseniz, sırasıyla; sıfır, bir, iki, üç ve dört


Gün 34:

Eve çok geç döndüğüm için meditasyon saati geceye kaldı. Bu kadar gün aksatmamışım, gece de olsa gideceğim. Yanıma fener alıyorum. Sonra Halil'e soruyorum, o da geliyor.

Gece. Aysız bir karanlık. Fener ışığıyla ilerliyoruz. Feneri arada kapatıp etrafa bakıyoruz, hiç bir şey görünmüyor. Aysız gecelerde çok körüz.

Meditasyon noktasına geldik. Gözlerimi kapatıp oturuyorum on dakika. Bir ara gözlerimi açtığımda çok şaşıyorum, çünkü az önce göremediğim şeyleri görebiliyorum şimdi! Dere yolundaki taşları seçebiliyorum, çalıları görüyorum. Evet, göz bebeklerim büyüdü, biliyorum, yine de bu keskin geçiş çok şaşırtıyor beni.

Görme duyuma odaklanıyorum. Neyi ne kadar gördüğüm, neyi neye benzettiğim; Uzak'lık ve Yakın'lık. Işık ve Karanlık. Aklım şaşıyor.

Bugün Tilki yok. Ama duyularını keşfeden bir doğukan var.

Dönüşte fenerleri yakmadan dönüyoruz. Eve yaklaşırken yanından geçtiğimiz sitede kocaman bir sokak lambasına küfrediyoruz, gözlerimize tecavüz ettiği için.

...

Işık yüzünden görememek çok tuhaf. Tabii ya, görebilmek için karanlığa ihtiyaç var!

Gün 35:

Halim çok iyi.

Hava serin. Kocaman bulutlar var. Orman'a doğru yürüyorum. Bakalım bugün ne bekliyor beni?

Geçen günlerden farklı olarak Güneydoğu'ya dönerek oturuyorum (Önceden hep Doğu'ya dönük oturuyordum). Böylece eğer Tilki her zamanki yerinde görünürse, hiç kıpırdamadan ve onu ürkütmeden seyredebileceğim. Planım bu.

Rüzgâr'ı duyumsamaya, dikkatimi tamamen o serinliğe, onun dokunuşuna ve hissine veriyorum. Benim için, var olmak bu. Harika bir meditasyon olmuyor belki, ama yaşamaktan kıvanç duyuyorum. Havanın yavaş yavaş kararışını duyumsamaya çalışıyorum. Hızla Doğu'ya giden Bulutları seyrediyorum. Bugün çok uzun oturacağım, biliyorum.

Kendimi her geçen gün daha çok Orman'a ait hissediyorum. Her gün bir duyumu pratik ediyor gibiyim. Dün gözlerim, bugün kulaklarım. Rüzgâr'ın ve Orman'ın işbirliği uzaklardan harika bir sesi getiriyor. Karatavuklar birbirine kur yapıyor. Cırcır böcekleri ısrarlı. Zaman zaman kuru otların arasından gelen çıtırtılar. Belki fare?

Çok uzun bir süre, hiç kıpırdamadan, dinleyerek ve sessiz bir Tilki gibi oturdum. İçimde vahşi bir şeyler uyanıyor. Hayvani ve ilkel bir şeyler.

Sabırlı olmayı öğreniyorum, şüphe yok.

...

Hava karardı. Ay Batı'da, incecik bir hilal. Şehirden gelen ışık gürültüsü tepenin üzerinden yansıyor. On metreye kadar önümü seçebiliyorum, daha uzakta her şey karanlık bir silüet... Tilki bugün görünmedi. Kalkmaya yelteniyorum. Son kez şükretmek için ellerimi kavuşturuyorum göğsümün önünde. Ve bir hışırtı. İlerideki büyük çalılıktan. Hiç bir şey görmüyorum. Ama sesi dinlemeye karar veriyorum.

Huzursuz uykusunda sürekli bir o yana bir bu yana dönen bir Tilki değilse bu, bunca hışırtıyı çıkartan ne olabilir? Sanki bir şeyler mi yiyor? Ufak hırıltılar duyuyorum bazen. Derin bir nefes verme sesi. Evet, biraz tedirgin oldum. Bu bir Tilki değil. Kıpırdamadan dinlemeye devam ediyorum. Tiz bir ses bu, tanıdık bir ses: Domuz. Acaba yanıma gelir mi? Miyazaki filmlerinden fırlamış bir sahne yaşamak için ne uygun ortam!

Aysız bir gecede ve tek başıma bu Orman'da ilk kalışım. Bir süre kendimi takdir ediyorum. Bir saatten fazla oturdum. Artık döneceğim. Domuzun sesleri kesilmeden devam ediyor. Tekrar nefes veriyor, güçlü. Dönüp eğiliyorum; "Teşekkürler Domuz."

Belki önümüzdeki günlerde sabaha kadar oturacağım zorlu bir denemeye girişirim. Neden olmasın?

Gün 36:

Gece geç saate kaldım yine. Bugün Toprak ev inşaatına yeniden başlıyorum ve destek olmaya tanıdığım/tanımadığım insanlar gelmeye başladı. Akşam saatleri çalıştığımız için meditasyon için sürekli geceye kalacağım gibi. Yarından itibaren sabahları erken saatte gitmeye karar verdim.

Karanlık vadide ilerlerken ilk defa bu kadar korktum. Önce tuhaf düşünceler doldu zihnime. Sonrasında ise düşünceler korkuya yol açtı. Bu süreci izlemek, düşüncelerimin akışını değiştirmek ve korkunun geçmesini izlemek tuhaftı. Fakat düşüncelerim üzerinde iradem var. Ne düşüneceğim bana kalmış.

Bugün Tilki yok. Ama düşünceler ile duygular arasındaki köprünün farkındalığı var.

Gün 37:

Sabah erken saatlerde yola çıktım. İlk kez farklı bir zaman dilimini deniyorum. En son dün akşam buradaydım, sanki hiç eve dönmemişim gibi.

Sabah serinliği*, sabah sessizliği (cırcır böcekleri hâlâ uyuyor olmalı), meditasyon için harika bir ortam sağlıyor. Otuz yıl boyunca nasıl fark etmedim bunu: Gün doğumunda dünya muhteşem bir yer.

Tilki yok. Belki o da uyuyordur. Kim bilir?

Gün 38:

Sabah kısa bir meditasyon. Hava serin, hava muhteşem. Kendime takdirim büyük.

Tilki yine yok.

Gün 39:

Sabah gün doğumunu izledim çatıda. Sonra da meditasyona gittim. Tilki yine yok. Sabahları uyuyor, muhakkak. Özlüyorum ve görmek istiyorum O'nu.





* Yıllar önce mart ayında serin bir Adana sabahında şu şarkıyı keşfetmiştim. Bir Go turnuvasına giderken neşeli dostların arabasındaydık. Unutmamın mümükün olmadığı An'lardan biri.

Sabah serinliğinden konuşuyorsam bilin ki zihnimde bu melodi var.

27 Temmuz 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - IV

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbiriki ve üç


Gün 25-26:

Fethiye'de yeni bir kamp alanı keşfettim, Kabilecanlar sayesinde. Meditasyonlarımı müthiş bir derenin kenarında yaptım. Tilki göremedim fakat Sincap konuklarım oldu.

Gün 27:

Yeniden evdeyim. Halil ile uzunca bir yolculuk yaparak eve geri döndüm. Yolda dört sefer otostopçu çocukları aldım (Ne de olsa otostopçunun halinden otostopçu anlar). Neşeli ve yorucu bir yolculuğun sonunda evdeyiz. Yaklaşık iki haftadır Marmaris ve Fethiye civarında, yaptığımız ve yapacağımız etkinliklerle ilgili çalışıyordum. Bu ara meğer uzun bir araymış, eve döndüğümde fark ettim. Yabancı, yahut misafir gibi hissettim kendimi. Bir süre sonra, şaşkınlığım geçmeye başlayınca, kurudere yolunu tuttum.

Tanıdık bir his gelmeye başladı. Bildiğim taşlar. Bildiğim ağaçlar. Bildiğim kuş sesleri ve bildiğim bir havanın kokusu. Gerçekten buraya ait miyim? Aidiyet hissimin kaynağı tam olarak nerede?

Her zaman meditasyon yaptığım yere yaklaştım. İki hafta kadar önce bıraktığım su kabı aynı yerde duruyordu. İçindeki su tamamen kurumuştu ve bir kaç ölü böcek vardı içinde. Kabın dibinde topraksı bir tortu... Sadece iki hafta.

Oturdum. Geç dönmek istemiyordum: Halil evdeydi, zaten geç kalmıştım, dönüş yolumu aydınlatacak bir ay yoktu ve fener almamıştım yanıma. Biraz meditasyon denemesi. Son günler çok yoğundu. Paylaştığım konuştuğum onca şey aklımda uçuşuyordu. Gözlerimi açtım.

"Neden Tilki'nin her gelişinde şaşırıyorum" diye düşündüm. Öylece, geleceğini bilerek bakamaz mıyım şu yana? Bir süre bunu düşündüm. İçimde o tanıdık hissi büyüttüm önce. Geldiğinde şaşırmayacak kadar, ancak gelmezse hayal kırıklığına uğramayacağım kadar büyüttüm (Evet, bunun bir çizgisi var).

Orada durdum ve baktım. Çıtırtıları duymam için fazla zaman geçmesi gerekmedi. 6-7 metre ötemde, koca bir kayanın kenarından sakince aşağıya doğru indi. Alaca karanlıkta görebildiğimce dikkatle baktım, kuyruğun en ucunda sevimli bir beyazlık vardı. Bir ara durdu ve kısa bir bakış attı bana. Sonra da çalıların arkasından kayboldu.

Bu sefer şaşırmamıştım. Hatta neredeyse heyecan bile yapmadım. Arkadaş olmanın bir adımı bu mu?

Gün 28:

Bugün cânım Ayşe geldi. Kurudere yoluna da onunla yürüdük. Baran gibi, Ayşe'de, bu sacred yeri rahatlıkla paylaşabileceğim kişi. Giderken şaka yaptım, "sen geldiğin için Tilki gelmeyecek bugün". Ama öyle olmadı.

Her zamanki meditasyon noktama kadar konuşa konuşa, etrafın güzelliğine baka baka geldik. Ayşe'ye (de) anlatacak çok şeyim vardı. Merakla ve şefkatle dinleme konusunda uzman olduğu için, her şeyi, becerebildiğim ölçüde, anlatmaya koyuldum.

Bir ara, hatta konuşmanın heyecanlı bir noktasında, kıpırtı seslerini duyduk karşıdaki minik tepenin eşiğinde. İşte orada Tilki. Sustum, nefesimi tuttum. Ayşe'de öyle. Gözümüzü ayırmaksızın izledik Tilki'yi. Bizi hiç yadırgamadan, sakin sakin tepenin eşiğinden yürüyüp, kaybolmadan önce de bizden yana bir kısa bakış atıp çalıların arasında daldı. Heyecanlanmamıştım, ancak çok şaşkındım ve ağzım kulaklarımdaydı. Tilki hikâyemin sadece bir hikâye değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu görmüştü bir dostum. Ve Tilki, artık yanımda birileri varken de bize kendisini gösterebiliyordu.

Ayşe'nin mutluluktan gözleri dolmuştu, ben ise kocaman gülerek ona bakıyordum. Paylaşmanın güzelliği...

Ayşe'ye bir aşk hikâyesi anlattım ve hava kararana kadar konuştum. Hiç bitmeyecek bir masal gibi bu; dönüş yolunda bile anlatmaya devam ettim. Bir Tilki'nin metafor olduğu bu hikâyeyi sabahlara kadar anlatabilirim (On beşinci gün yaşadığım mucizeleri mesela, hayatımın sonuna dek anlatacağım). Ben anlatırken gözlerim ışıldıyor ve Ayşe bunu görüyor.

Eve dönerken iki büyük dere taşı taşıdık. Yol kenarlarını süslemek için her gün birer taş getiriyorum artık. Evden içeri girdiğimizde Halil, Emrah ve fırından gelen güzel kokular bizi bekliyordu...

Gün 29:

Tilki'ye gitmek için yola çıktığımda hava iyice kararmıştı. Yanıma fener aldım, Ay yoktu.

Vadinin derin ve koyu karanlığına girmek ürkütücü geldi ilk defa. Feneri kullanmamaya çalışarak ilerledim. Tilki'yi görmeyeceğimi biliyordum bugün.

Bir süre güzel meditasyon yaptım. Etraftaki sesleri dinlemek ve rüzgârı hissetmek harikaydı. Bir ara güçlü bir kanat çırpma sesi duydum. Karşımdaki Çam ağacına şişman ve koyu bir kuş silüeti yerleşti. Merakla onu izlemeye başladım. Bir süre geçince kendini boşluğa bırakıp güçlü kanat çırpmalarla hemen sağ arkamdaki ağaca tünedi. Şimdi hangi kuş olduğunu anlayabildim işte. Bu bir Baykuş.

Dibinde yaşadığım Orman bana her gün sürpriz yapıyor ve ben şükürle doluyum.

Gün 31:

Bugün yine karşılaştım Tilki ile. Aniden başımı çevirip O'nu ürkütmeseydim belki de dibime kadar gelecekti. Arkasına dönüp tez adımlarla uzaklaştı. Halbuki bana oldukça meraklı gözlerle baktığını yakalayabilmiştim, kısa bir an göz göze geldiğimizde.

Müthiş farkındalıklar yaşıyorum. Tabii bunları Tilki'ye borçluyum. Belki de kendime borçluyumdur. Belki de borçlu falan da değilimdir. Yeterince çaresiz kalınca insan saçma sapan şeyler yapabiliyormuş, bunu kanıtlıyorum -ha?.

Bu günce 278. gününe falan gelebilecek mi acaba, bazen bunu düşünüyorum Orman'a doğru yürürken. Etrafta kar ya da buz olduğunda, yahut güçlü bir fırtına varken, kurudere hiç de kuru değilken, oraya yine gidip oturabilecek miyim? Önemsiz görünen bir soru, ama hiç de öyle değil. Şu an yapmağa çalıştım şey tam olarak bunu sağlamakla ilgili. İradeyle ilgili. Gerisi fasa fiso.

...

Gece 4 gibi Ayşe ve Emrah'ı otogara bırakmış dönerken, Kemalpaşa organize sanayisinden geçiyorum. Sizce burada bir Tilki ile karşılaşma olasılığım nedir? Ama karşılaşıyorum işte! Caddeden karşıya koşarak geçen bir güzellik. Kuyruğunun ucunda tanıdık bir beyazlık. Eskisi kadar heyecanlanmıyorum artık. Ben Tilkilerle karşılaşan bir adamım. Ama lütfen biri bana bu mesajı anlamını söylesin artık.

...beklemeye devam etmeli miyim? Gücüm tükeniyor.



Gün 32:

Bugün Derya ve Halil ile gittik kurudereye. Yanımıza Derya'nın ukulelesini de almıştık. Çala çala yürüdüm (Çalmak dedimse, biraz ses çıkarıyorum sadece). Malum noktaya geldik, oturduk, sessizleştik. Uzunca bir süre geçti. Sonra bir ara, meditasyon halinin bittiğini düşünerek ukuleleyi tıngırdatmaya başladım. Bir süre sonra da Tilki'nin sesini duydum (Müzik seven bir Tilki olmalı bu. Hatta belki de müzik zevklerimiz aynıdır. Mesela o da Beirut seviyordur, kim bilebilir?). Artık Tilki geldiğinde onun yürürken çıkardığı sesleri duyabiliyorum ve başka seslerden ayırabiliyorum. Karşıdaki minik tepede, koca bir kayanın yanındaydı. Derya ve Halil'e seslendim yavaşça, onlar da görsün istedim. Fakat başka taraflara baktılar, bu sırada Tilki de ilerledi, ve göremediler. Bir an için sanki şizofrenik bir vakaymışım gibi oldu. Neyse ki geçen gün Ayşe gördü Tilki'yi, en azından şizofren olmadığımı biliyorum.

Gün 33:

Tilki'yi yine gördüm bugün!

Son 1 haftada tam 6 defa karşılaştık, hem de bir tanesi bambaşka bir yerde. Bazen oldukça gerçek dışı geliyor bu durum. Fakat olan bu. Gerçek.

Bugün içimde bir yerlerde yabani, vahşi ya da ilkel bir şeyleri algılayarak keşfettim. Fark ettim değil, gördüm değil, algıladım bile değil, algılayarak keşfettim. Çok çok uzun bir süre kıpırtısız durdum (Vipassana'da bile becerememiştim bunu). Ne zaman kalkıp eve dönme fikri gelse, orada oturmaktan, sessizce etrafı dinlemekten ne kadar büyük keyif aldığımı fark ettim. Bir türlü kalkıp da dönmeye yeltenmedim. Oturmaya devam ettim. Hava iyice kararmadan hemen önce Tilki göründü, artık sabit bir yer haline gelen, karşıdaki  o kayanın kenarında. 

Gerçekten biliyorum, herhangi bir rüşvete yeltenmeden (Çünkü bir süredir O'nunla daha da yakınlaşabilmek için bunu düşünüyordum) yanıma gelebilir. Öyle kıpırtısız durursam, belki merakından, belki de cesaretinden, nedenini bilmiyorum, bir şekilde yanıma gelebilir. Ve O'nu ürkütecek ani hareketler yapmadan, kıpırtısızca bekleyebilirim bunu. O iradeyi bugün hissettim.

Bugün yaptığım şey meditasyon değildi. Adı ne bilmiyorum. Ama hissettiğim şu; Doğa'yı öyle derin dinledim ki; bugün, sanki yıllardır o Ormanda yaşayan bir Tilki'ydim ben.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - III

Önceki günler: Bu Tilki hikâyesinin başlangıcı, 1.haftası ve 2.haftası


Gün 15:

Hayatımın en güzel ve mucizevi günlerinden birini nasıl anlatabilirim acaba? Benim böyle bir yeteneğim yok (Ayrıca ister istemez bugün yaşadıklarımı sansürlemek durumundayım).

Derya ile etkinlik hazırlığı yapmak için Marmaris Amos'a doğru yola çıktık Filiz ve Gülengül ile. Hani hayatın anlamını ararsanız, muhtemelen civarında bir yerlerde bulabileceğiniz bir sabah serinliği vardı o saatte. Berrak, temiz, ümitvar bir sabah. Vega'nın anlamını aradığı sabahlardan birisi, şüphesiz. Gittiğimiz 280 km yolu unutmayacağım (ve hayatımın en heyecanlı yolculuklarından birisi olarak not düştüm). Yolun sonunda bizi bir sürpriz bekliyormuş; bir karşılaşma.

Amos'ta harika bir koyda geçirdik günü. Dünyanın en güzel koyu burası. Dünyanın en güzel sahil taşları bir araya toplanmış. Henüz bilmiyorum ama önümdeki günlerde sacred bir yer haline gelecek bu koy. Burayı asla unutmayacağım (Kendime saklamak istediğim için açıktan yazmıyorum yeri, affedin). 

Bugün 7.ayın 7'si. Yani Japonya'da Tanabata. Yani sevgililer günü. Yılda bir kez saksağanlar sayesinde kavuşan sevgililerin günü. Ve ben bunu akşam üzeri fark ediyorum. Burada bir mânâ gizli.

Gece oluyor. Akşam Burcu'yu otogara bırakmak üzere, Turunç'tan Marmaris'e giden çok virajlı ve tırmanışlı yoldayız. Burcu'yu uğurluyoruz.

Ve dönüş yolunda Derya ile yeni bir mucizeye tanıklık etmek üzere gecenin sessizliğinde ilerliyoruz. Ormanın ortasında o dolambaçlı virajlı dağ yolunda tırmanırken bir Tilki çıkıyor önümüze! Anında duruyorum ve O da duruyor. Az gidiyor öteye yolun kenarına, ve durup bana bakıyor! Sanki dünyanın tüm Tilkileri bana bir işaret veriyor ve ben bunun uğrunda her şeyi yapmaya hazırım.

Bana sorarsanız hayatım bir The Smiths şarkısına dönüşüyor.

Gün 16:

Bugün Amos antik kentinde Dolunay'ı izleyerek meditasyona oturuyorum. Dürüst olmak gerekirse, meditasyon yapamıyorum. Öyle bir manzara ile karşı karşıyayım ki, sadece onu seyredebiliyorum.

Buraya bir Tilki'nin gelmesi zor. Ama Tilki zaten yüreğimde dolaşıyor.

Gün 17:

Bazen bir nota duyuyorum. Bir kaç nota. Doğru sıralanmış bir kaç nota. Ve ağlamak istiyorum hemen.

...

Akşam meditasyonu için dünyanın en güzel koyuna indim. Yoğun hislerimden kurtulamıyorum; özlem, yalnızlık, aşk ve hepsinin birleşip beraberinde getirdiği yoğun bir melankoli. Paylaşmak istediğim ve paylaşamadığım her şeyin ağırlığı...

Gözlerimi kapattım, uzunca bir meditasyon denemesi sonrası gözlerimi yeniden açtığımda karşıda Ay doğuyordu denizin hemen üzerinden. Dünkü dolunaylığından pek bir şey kaybetmemiş, kocaman ve kızıl. Sakin küçük bir koyda, ay doğumunu izlerken aklımdan çıkmıyor; fazla değil, sadece iki gün önce, Tanabata gününün mucizelerine tanıklık etmiştim. Aklımdan bu çıkmıyor işte. Meditasyon mu? Güldürmeyin beni...

Her şeye, ama her şeye, şükretmeyi ihmal etmedim. Tilki'me olan bağımı anımsamaya çalıştım. Kendimi sevdim. Om'ladım. Ve bol bol düşündüm. Hayatım; nereden geldim ve ne yana gidiyorum.

Meditasyon için oturduğum sessiz anlardan güç alıyorum. Meditasyon bitince hep aynı yere varıyorum; bekleyecek gücüm var. Hâlâ var. Beklemeye devam edeceğim. Çünkü olmakta olduğum hal bu. Değişene kadar bu.

Gün 18:

Bu sabah eski bir sevgiliyi gördüm rüyamda.

Gün durgun geçti. O güzel koya indim meditasyon için. Ve oldukça geç kaldım, gece olmuştu. İçimde sessizliği sağlamak zor. Aklıma sık sık Seda geliyor ve bitmeyen bir yas var içimde, sanki hiç geçmeyecek gibi. Meditasyon yapamıyorum, yine de uzun uzun denize baktım. Bir ara şezlonga uzanıp uyukladım. Ayaklarımı denize soktum, geçen gün durduğum yerde.

Yalınayak geri döndüm eve...



Gün 19:

Yuva ne demek, bugün onu anladım. Bir de canım yanıyor. 'Burnunun direği sızlamak' denen şeyi anladım şu günlerde. Bu gerçekten anlamını taşıyan bir deyimmiş.

Gün 20, 21, 22, 23, 24

Fethiye, Yakaköy, Tangala çiftliğindeyim. Bazen Tangala'da, bazen bir yaylada Sedir ağaçlarının arasında bazen de harika bir antik kentte, Tlos'ta meditasyona oturdum. Tilki hiç görünmedi. Fakat yoğun bir etkinlik geçirdik. Unutmayacağım çok şey var.

Mesela bir Çam Orman'ında, yanımda kuş tüyü ve pusula ile girdiğim o Council'de, Tilki hikâyemi anlatışımı unutmayacağım. Son sabah insanları uyandırmak için Filiz ve Esin'le yaptığım spontan ve eğlenceli halleri unutmayacağım. Irish mandala ile nasıl yükseldiğimizi unutmayacağım. Ve buraya yazamadığım bir dolu başka şeyi de...

...

Bir Tilki'yi, nadiren görünse de, beklemeye gücüm var. Hâlâ.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - II

Bu hikâyenin başlangıcı şurada, güncenin ilk haftası ise burada


Gün 8:

Bugün Baran geldi. Kurudere yoluna da onunla çıktık. Bu yola herkesi götürmemeye, yani burayı kendime saklamaya karar vermiştim aslında. Ama Baran başka. Baran benim bir başka yüzüm. Konuşacak çok şeyimiz birikmişti, konuşa konuşa gidip, koca Çınarın altında konuşa konuşa oturup, konuşa konuşa döndük. Bugün meditasyon yok, Tilki yok, Baran var.

Yolda bir kuş tüyü buldum, aldım yanıma.

Gün 9:

Bugünün bir şarkısı* var.

Aşırı sıcaklar günümün ritmini epey değiştirdi. Akşam üzeri bahçede çalıştığım için, ancak hava karardığında dere yoluna gidebildim. Yanıma bir fener aldım. Neyse ki Ay ilk dördünde olduğu için fenere hiç ihtiyacım olmadı. Vadide ağaç sıralarına ulaştığımda biraz serinlik de geldi. İkinci karşılaşma noktamızda oturdum. Yüzümü Çınara -ve Doğuya- döndüm. Muazzam bir görüntüsü vardı (Bir tripod ve kumandam olduğunda şahane bir fotoğrafını çekebilirim). Hemen arkasında Vega parlıyordu. Güneyde Akrep yükselmişti. Batıda ise yarım bir ay (Yarımay da tek başına metofarların metaforu). Ayışığı minik tepeyi hafif aydınlatıyor, bu da bende Tilki'nin silüetini göreceğim inancını yerleştiriyordu. Ama görmedim.

Meditasyon yaparken, daha doğrusu yapmaya çalışır bir halde oturup yapamazken, bir ara, ne kadar saçma bir şey yaptığımı düşündüm. Her şey, bir an için, mânâsını kaybetti. Sadece kısa bir an. Tutunmakla tutun(a)mamak arasındaki çizgide olmanın olası bir sonucu.

Acaba bu sıcak havalarda Tilki için de bir kap su bırakmak caiz midir?

Gün 10:

Umutsuz hissettiğim bir gün. Gün batımına doğru yola çıktım. Hava boğucu derecede sıcak. Akşam olmasına rağmen hâlâ çok sıcak. İçimde Tilki ile herhangi bir bağ hissetmiyorum.

Bugün bir değişiklik yapasım geldi. Meditasyon yaptığım yerde oturup biraz müzik dinlemek istedim. Bunun için tabletimi yanıma aldım, fakat gelebilecek bildirimlerden uzak durmak için de uçak moduna aldım. Tabletimde kayıtlı olan tek şarkıyı (ki hangisi olduğunu sizinle paylaşmayacağım, çünkü gerçekten özel bir şarkı) bir kaç kez dinledim. Önce kara sinekler, havanın hafif kararmasıyla da sivrisinekler bir süre rahat vermedi. Ben de meditasyon için oturduğum noktayı değiştirdim.

Hava kararmaya yakın gerçekten içimde sessizliği hissettiğim bir an yakaladım. Ne kadar öyle sessiz kaldım bilmiyorum. Bir süre sonra hemen dibimde bir gurultu duyunca irkildim ve gözlerimi açtım. Aklıma ilk gelen domuz oldu, çünkü tilki sesi neye benzer bilmiyorum ve duyduğum ses domuzu andırıyordu. 2 metre kadar ileride ufak bir çalılığın arkasında iki boz kulak ve boz bir kürk vardı. Yavru bir domuz bile bundan büyük olurdu sanırım. Hafifçe öne kaykılıp eğildim, ki suratını göreyim... Ve O.

Tilki'nin de bana karşı boş olmadığını biliyordum:)

Yavaşça arkasına dönüp vadinin içine doğru ilerledi. Ses çıkarmadan izledim onu. Gözden kaybolunca da biraz bekledim tekrar gelirse diye. Gelmedi... Hava karardığında sadece yarım ayın ışığı kaldı. İçimden teşekkür edip, şükrederek ve büyük bir keyifle döndüm yolu.

Umutsuzlaşmaya başladığım günde, ya da tam meditasyonun en derin anında gelmesi ne manyakça bir şey!

Gün 11:

Bugün Tilki'ye su götürdüm. Eğer dünkü kadar yanıma yaklaşabiliyorsa, bunu bir adım ileriye taşımanın yolu bu olabilir diye düşünüyorum.

Tilki görünmedi. Ama o suyu benim koyduğumu biliyor olacak.

Gün 12:

Sabah çok erken kalktım ve bugün i-na-nıl-maz iyiyim! (Sabah serinliğinde ve boş yollarda araba kullanmak ve bu sırada radyoda harika parçaların eşlik etmesinden daha güzel pek az şey biliyorum). Geçmiş günlerin kara bulutları dağılıverdi, tıpkı korkunç sıcakların geçmesi gibi. Şimdi yaşadığım yer efil efil esiyor, üşüdüm ve üzerime uzun kollu bir şeyler giydim. Çok şükür.

Vadiye girerken müthiş bir kuş gördüm. Kanatları siyah-beyaz çizgili, boynu ve kafası ise turuncu. Eve dönünce Hüthüt kuşu olduğunu öğrendim. Nasıl bir güzellik!

Masalları düşünüyordum yürürken. Sanırım o yüzden dilime dolandı, "bana bir masal anlat baba" diye mırıldana mırıldana gittim yolu.

Artık sabitleşen meditasyon noktama oturdum. Bugün Tilki görünmedi ama ben şükür içindeydim; rüzgâra, kendime, sahip olduğum tüm bu imkânlara... Ormana giderken Akkaya manzarasını iki uzun çam ağacının arasından gördüğüm o mükemmel manzaraya bakarken de tam olarak bunu düşünmüştüm: "Ben bu imkâna sahibim. Çok şükür."

Tilki'ye bıraktığım bir kap suyu yeniledim. Uzun uzun meditasyon yaptım, etrafı izledim ve Om'ladım.

Bugün, çok şükür.

Şükür

Gün 13:

Evde Göktuğ ve Burcu ile hararetli bir tartışmaya girmiştim. Hararetli olan bendim tabii ki. Konunun da bir önemi yok aslında. Zaman zaman kendimi kaybediyorum konuşurken... Hararetli bir tartışmanın hemen akabinde Orman'a meditasyona gittiğinizde, yapacağınız meditasyondan fazla bir şey beklemeyin derim.

Tilki için bıraktığım suyu yeniledim.

Ve tabii ki görünmedi.

Gün 14:

Yarın bir yolculuğa çıkıyorum. Yolculuğun hem kendisinden hem de vardığı yerden dolayı, aşırı heyecanlıyım. Gün, hazırlık yaparak geçti. Orman'a gitmek için de biraz geç kaldım; gittiğimde çoktan hava kararmıştı. Oturdum ve meditasyonumu yaptım. Tilki'ye geçici olarak hoşça kal dedim, içimden. Ancak gittiğim yerlerde de yine aynı saatlerde meditasyona oturacağım. Çünkü meditasyon disiplin gerektirir.


* ...diyor ki:
So why not try to simplify?
Believe your belief
Doubt your doubt


Mealen:
Neden basitleştirmeyi denemeyelim?
İnancına inan
Şüphelerinden şüphelen

29 Haziran 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu

Önceki yazı ile başlayan maceranın güncesi:

Gün 1:

Yol boyu yazacaklarımı düşünmekten, An'a odaklanamadım. An'a odaklanmayan insanı neylesin Tilki? O'nu gördüğüm Çınarın altına oturdum ve O'nu düşünmemeye çalıştım: Meditasyon... Tilki bugün gelmeyecek, biliyorum. Kendimi eğitmem gerek. Çalışacağım. Ve nefes. Bir süre Om'ladım (ses çıkarma cesaretini veren Merve sağolsun) titreşimler işimi kolayladı. Yine de An'ı yakalayıp kaybediyorum. İlk gün için fena sayılmaz.

Dönerken attığım adımların farkındalığı ile yürüdüm. Sesleri dinleyip kokuları ayırt etmeye çalıştım. Bir ara kafamı kaldırıp baktım -çünkü Yıldızlar yerinde duruyorlar mı diye sık sık bakarım- sadece Jüpiter'i görebildim, henüz yeterince kararmadı hava. Yine de sivrisinek saldırıları için yeterince erken. Daha da erken gelmeliyim...

Bir Tilki'yle dost olabilmek için önce kalbini açmalı insan.

Tilki ile dost olmak

Gün 2:

Bugün tuhaf bir özgüven ile yürüdüm. Tilki ile karşılaşmak değildi asıl mesele, ama içimde bir yerde O'nu bugün tekrar göreceğimi biliyordum sanki.

Ve daha Çınar'a varmadan gördüm O'nu. Yolumun üzerindeydi, dallara basıp da çıkardığım çıtırtılardan ürküp arkasında bakmadan minik tepeye tırmandı ve çalılara daldı. Ben de sessizce arkasından baktım. Hemen ardından Zaman ve Uzay'ı bükmeye başladım zihnimde. Hatıralar aktı: Bu bir Tilki'yi ürküttüğüm ilk an değil.

Önce üzgündüm, sessizce gelmediğim için. Ancak bu bir öğrenme An'ı. Eğer bir Tilki ile dost olmak istiyorsa insan, O'nun ihtiyaçlarını iyi anlamalı. Sükunet ve anlayış, ilk adım olabilir. Tilki'ye dair yaptığım bu ilk gözlem, iyi bir başlangıç noktası olabilir. Ve bu beraberinde sabrı da getirecektir.

Arkasından bakıp da donup kaldığım o noktaya oturdum ve meditasyon yapmaya çalıştım. Ancak zihnim türlü türlü düşüncelerle (ve yaşanan hadisenin geçmişten getirdiği akisleriye) dolup taşıyordu. Gözlerimi kapadım. Kolay bir meditasyon olmadı. Bir süre sonra vazgeçtim, ve gözlerimi açtığımda Tilki tepede, bir çalının arkasından beni gözetliyordu. Yine bir süre bakıştık. Boz rengiyle ve tüylü kocaman kuyruğu ile bu Tilki'yi nasıl sevmezdim? Herhangi bir karşılık beklemeden sevmeyi öğreneceğim... Sevgi ve güven hissini içimde iyice yükseltmeye çabalayarak O'na baktım, ve kısa bir süre sonra tepeciği aşarak yine kayboldu.

Şükran doluyum. Evren bugün beni yalnız hissettirmiyor. Tilki, bir yabancıya karşı -yani bana- hiç de boş değil. Bir süre şükretmeye, teşekkür etmeye, kendimi sevmeye ve Om'layarak titreşimleri yakalamaya zaman verdim. Sonra da havanın kararmaya başlamasıyla, içimden Tilki'ye bugünlük veda ederek eve döndüm.

Gün 3:

Bugün, Tilki'yi dünkü gibi ürkütmemek için çok yavaş adımlarla yürüdüm yolu. Ayrıca tüm dikkatimi etraftaki seslere verdim. Acaba en ufak bir Tilki hışırtısını, kıpırtısını, aksırmasını ya da tıksırmasını duyabilir miydim? Muhtemelen duyama(z)dım. Tilkiler pek sessiz canlılar. Ancak bu yürüme deneyimi, bugünkü meditasyonumun kendisi oldu. Çok çok ufak çıtırtılara kulak kabartmış ve attığım adımların farkındalığı ile yürümek muazzamdı.

Dün Tilki ile karşılaştığım yere gelince durdum. Gözlerim hemen O'nu aradı etrafta. Halbuki karşıma çıkması benim aramama değil O'nun iradesine bağlıydı. Bu almam gereken önemli derslerden birisi. Ben sadece gözlemciyim. Tek yapmam gereken O gelmeyi seçtiğinde benim de orada olmam. Benim iradem kalmak. O'nun iradesi ise benim dostluk çağrıma gelmesi.

Bir süre sonra -tüm bunları da kafamdan geçirdikten sonra- etrafta O'nu aramamaya ve dikkatimi kendime vermeye karar verdim, ve bu niyetle yürümeye devam ettim. O'nu ilk gördüğüm Çınar'ın altına varınca, oturup bir süre meditasyon yaptım. Ancak O'nun gelip gelmediğini kolaçan etmeden meditasyon yapmak çok zordu. Bugün güzel bir meditasyon pratiği oldu. Ancak Tilki görünmedi.

Yine de içimde bir yerlerde, O'nun varlığını hissediyor gibiydim. Sanki etraftaydı ve oralarda olduğumu biliyordu. Ya da ben bunu tamamen kendim uyduruyorum. Yine, sadece Tilki'nin bilebileceği bir şey daha. Dost olup da her şeyi konuşabildiğimizde bu An'ların hepsini soracağım kendisine:)

Ormandan ve Meditasyondan dönüşümü başka bir anlamda verimli geçirmek için, elim boş gelmemeye, ve derede sürüklenmiş ve şimdi kurumuş dal parçalarını taşımaya karar verdim. Fazla değil, her gün 5-6 dal parçası...

Ateş başında otururken, şükrettiğim Orman'ı anımsayacağım.

Gün 4:

Dün yeşil tişörtümü giymiştim. Üzerinde hiç bir desen, mesaj ya da çizgi film karakteri bile olmayan sade bir tişört. Kalp çakrasının rengi yeşil derler, ben de orayla uğraşmaya devam etmek istiyorum. Bugün de aynı renkle çıktım yola.

Yolda artık kimi taşların ve ağaçların yerlerini ezberlediğimi fark ettim. Belki de, diye düşündüm, bağ kurmak böyle bir şeydir; her bir detayıyla tanımak, bilmek. Dört günde olacak iş değil bu. Aylarca bu yolu yürüyebilir miyim acaba?

İkinci karşılaşma noktamızda durup etraftaki sesleri dinledim uzun uzun. Dikkatimi daha yoğun tutabiliyorum artık, sadece sesleri dinleyerek zihnimi susturabiliyorum, en azından bir süre.

Yine de gözlerim Tilki'yi aramaktan geri durmadı. Sonunda bakınmaktan vazgeçip gözlerimi kapadım. Daha derin nefes almaya başlayınca kafam güzel oldu. Gözlerimi açtığımda etrafımı başka görüyordum şimdi. Şükretmek için şimdi doğru zaman. Bağ kurduğumda sesimin duyulduğunu biliyorum. Tüm varlıklara teşekkür ettim. Oturduğum yerde gevşedim. Meditasyonda oturmadan, ama kendimi tam da oradaki her şeyle bağlantıda hissederek bir süre daha oturup dinlemeye devam ettim.

Sonra düşünceler üşüştü yine. "Acaba karşıdaki minik tepeye çıkmalı mıyım?" Bir ilişki için, hele de henüz kurulmamış bir ilişki için, çok mühim bir soru bu. O'nun alanına girmeli miyim, yoksa karşılaştığımız bu noktada sabırla beklemeli miyim? Ne kadar aktif ya da pasif davranacağımın dengesi nerede? Sınır nerede?

Beklemeden beklemek, ya da beklerken beklememek. Ne biri, ne öteki, ama ikisi de.

Henüz bir cevabım yok. Tepeye çıkmadım. Fakat günlerce Tilki'yi görmezsem, er ya da geç, çıkacağımı biliyorum.

Bugün Tilki görünmedi. Fakat bir kaç karatavuk hemen yanı başımda uçuştu, şakıdı ve birbirine kur yaptı. Turuncu gagaları ne de güzel!

Gün 5:

Bugün keyifsiz bir günümdeyim. Sabah annem ile telefonda tartıştıktan sonra bütün günü boş bakarak geçirdim. Bu nedenle yürüyüşe çıktığımda aklımda neredeyse Tilki yoktu.

Tilki'yi gördüğüm iki noktada da biraz duraksayıp etrafa bakındım, ancak meditasyona oturmayıp yürümeye devam ettim. Koca Çınar'ı da geçince yol Böğürtlenler tarafında öyle işgal edilmiş durumda ki, bir yerlerime diken batmadan geçemiyorum. Kısa süre sonra pes edip, yıkık Çamın berisinde tepeyi hafif tırmandım ve oturdum. Buradan manzara güzel; yeşilin koyu tonlarıyla derinleşen vadi... Yanıma hiç bir alet almadığım için size fotoğraf gösteremiyorum.

Sivrisinek saldırılarına fazla dayanamadım. Zaten durulmayan zihnime hiç de yardımcı olmadılar. Parmağımdan kan emen bir sivrisineği izledim bir süre. Parmağımdaki ince kaşıntıyı hissedince diğer elimin işaret parmağıyla ezdim onu. Öldürmeden önce düşünmüştüm halbuki, "şu an kaderi benim ellerimde, ve kanı emip gitmesine göz yumabilirim." Ama yapmadım. Nedenini bilmiyorum.

Tırmandığım yerden aşağıya indim ve eve koyuldum. Tilki'yi ikinci gördüğüm noktada durdum ve biraz oturdum. Bir kaç nefes de olsa meditasyon denedim. Belki de Tilki bunun bahanesidir, ne de olsa meditasyon disiplin ister.

Peki ya O'nu bir daha göremezsem? Bu kılavuzun ismi çok iddialı olmadı mı Doğukan?

Bugün hiçbir şey bilmiyorum.

Kalktığımda biraz daha rahattım. Tilki'yle ilgili değil, ama yakın gelecekteki hayatımla ilgili bir karara varmıştım...

Gün 6:

Dün verdiğim kararın sınanma günüydü bugün. Dün gece apar topar Bornova'ya gittim ve gece orada kaldım. Çünkü annemle konuşmamız gerekiyordu. Bu konuşma bugüne de sarktı. Ve dün verdiğim karar tescillenmiş oldu. Ancak kurmakta zorlandığımız bağ -hatta kuramadığımız bağ- ve bu iletişimsizlik, bâki.

Bu kafayla Orman yoluna düştüm, farkındalıksız, doluzihin bir yürüyüş. İkinci karşılaşma noktamıza varınca biraz yavaşladım ve farkındalık geldi. Ağaçları, bitkileri gördüm, arı vızıltılarını ve cırcır böceklerini duydum. Oturup meditasyon yapmaya çalıştım. Ama nafile. Bugün hiç olmazsa oraya kadar gitmeyi başarmıştım, başlı başına dikkate değer olan şey bu.

Ve Tilki yine görünmedi.

Geldiğim An'a kıyasla daha rahatlamış şekilde döndüm eve. Dönerken bir kaç parça dal ile kurudere yatağında beğendiğim kızıl renkli irice bir taşı da alıp yanımda getirdim.

Gün 7:

Tilki bugün de görünmedi.

Bu dönem hissettiğim tüm yoğun (ve karmaşık) hislerin gölgesinde bir hafta boyunca her gün kıçımı kaldırıp meditasyona gidebildiğim için kendimi takdir ediyorum. Bugün de keyifli bir meditasyon oldu.

Yüzümü tam karşımdaki Karaçam'ın gövdesine döndüm. Gün batımında gövdesinden yansıyan ışığın ve renklerin ne kadar eşsiz göründüğünü size nasıl anlatabilirim bilmiyorum. 

Dönüş yolunda bir süredir kafamda dönüp duran fikirler buldu beni yeniden. Bunların hepsi bir tutunma oyunu aslında:

Kafanızda bir eğri hayal edin, matematiksel bir eğriden bahsediyorum. Adı da tutunma eğrisi olsun. Bunun bir ucu, tutunamama (tam da Tutunamayanlar romanında olduğu şekliyle). Bu uca tüm zihinsel sorgulamalarla yani felsefeyle ulaşmak mümkün. Zihinsel sorgulamaların dibindeki tuzak -benim de sık sık kendimi içimde bulduğum tuzak- varoluş felsefesi ve hayatımızın anlamı/anlamsızlığı. Zihnimizi %100 meşgul ettiği ve artık kontrolünü kaçırdığımız noktada tutunamama geliyor yani eğer bu noktada durmaya ısrar ederse kişi, muhtemelen sonu önce ağır bir depresyon ve son tahlilde intihar olacaktır (Uzak). Sorgulama yoluyla dünyayı bilenler bu kısma yakınsıyor: Ekoloji, insan, hayvan, kadın, çocuk, işci vs hakları savunucuları, yani araştıran, bilen, sorgulayan hemen herkes...

Eğrinin öbür tarafında ise, mutlak bir irade kullanmak ve kalbi açmak var. Her şeyin -ama her şeyin- sorgulama olmaksızın mutlak bir kabulü var. Zihnin hiç devreye girmeyip sadece ve sadece kabulün olduğu noktada tutunmama gerçekleşiyor. Burada ise zihin yerine tüm görevi kalp üstleniyor (Yakın). Aşktan yanmış tüm kişiler, ermişler, dervişler ve deliler muhtemelen burada ya da buraya yakınsıyor.

İlginç olan, bu eğri, bir de bakıyorsunuz ki çember halini alıyor -bir başka katmanda. Çünkü tutunmama ve tutunamama aslında aynı şeyler. Birisi mutlak surette yaşam, diğeri ise mutlak surette ölüm. Dip dibe, gerçeğin iki ayrı dile geliş biçimi gibi. 

Ben ve tanıdığım insanların %99.9'u ise, ne bir uca ne de ötekine ulaşmadan, arada derede tutunuyoruz bir şeylere. Ve belki de olması gereken budur. 

Ben şimdi küçük dünyamda bir Tilki'ye tutunuyorum mesela. Umudum, bana insanlığı, şefkati, sabrı ve sevgiyi öğretmesi. Tabii bunu Tilki yapmayacak, becerebilirsem ben yapacağım. Bir Tilki, Orman'a gidip de meditasyon yapmak için iyi bir bahane. Zaten estetik bir hayvan ve fantezi dünyamdaki bir metafor olmaktan öte ne olabilirdi ki?

Tutunma oyunu