9 Nisan 2015 Perşembe

Kış Uykusu: Bir İşsizlik İnterlüdü

Nerede kalmıştık?

Önceki yazımı yazalı yedi ay oldu. Ben hâlâ yaşıyorum.

Ve hâlâ işsizim.


Geçenlerde Che’nin Che olmadan evvel yaptığı geziyi anlatan Motosiklet Günlüğü’nü izledim, ve de çok etkilendim filmden ve özellikle de müziklerinden… Size filmi anlatmayacağım, sadece yolculuk-severlere izlemelerini tavsiye edip geçiyorum bu konuyu. Bu yazıyı yazarken sürekli şu parçayı dinledim. Siz de okumaya devam ederken dinleyebilirsiniz.


Beyaz-yakalı hayatımın boka sarmasının temel nedenlerini bulduğumu sanıyorum. Bunları bulmak belki çok önemli görünmeyebilir, sonuçta kurtardım(?) kendimi. Ama geçtiğimiz Kış ayları boyunca parasızlık ve işsizlik beni psikolojik olarak yıprattı. Yeniden iş aramanın eşiğine bile geldim. Fakat her yeni-iş-arayışımda karşılaştığım tek bir gerçek oldu: İş istemiyorum (Ya da daha gündelik ifadesiyle, sevmediğim bir işte çalışmak istemiyorum). Ama ben abartarak (Uzak) dile getireceğim: “iş kelimesini dağarcığımdan tamamen çıkartabilmek istiyorum.” Öte yandan, gerçekçi de olmalıyım (Yakın); “muhtemelen bu mümkün değil.” Tekrar ve tekrar bununla yüzleşmek, sık sık başa dönüp hislerimi sorgulamak çok yorucu oldu. Bu kısır döngüden çıkabilmek (Uzakyakın diyalektiği) için ben de emin olmak istedim. Eğer, diyorum kendi kendime, bunun sebeplerini derli toplu ortaya koyar ve sürekli kendime anımsatmayı başarabilirsem, o zaman kararlı ve sürdürülebilir davranabilirim. Böylece sıralamaya başladım:

1) Elbette birinci sebep beyaz-yakalı hayatın boktan olması, bu çok aşikâr. Kendimi, kendi gerçekliğimi, özümden gelen, doğal olan benliğimi -ki her insanınki özgündür- ifade etmeye yer bulamadım. (Örneğin en detaysız haliyle ifade edersem: ben bir Ateş’im fakat benden beklenen bir Toprak olmam idi).

Bir işletmenin fonkisyonları belli. Bu fonksiyonları yerine getirmem için işe alınıp maaş verilen benden beklenenler de üç aşağı beş yukarı tanımlanmış. Dolaysıyla, sonsuz özgünlüğe sahip olan ben’in, tanımlanmış ve sınırlandırılmış kıstaslar altında çalıştırılması istenince uyumsuzluk kaçınılmaz olarak hortluyor. Boktanlık burada kalmıyor. Kişinin tatmin olması için sunulanlar da belli; a) beraberinde miktarıyla doğru orantılı bir hayat standardı getiren para ve b) hiçbir işe yaramadığını düşündüğüm statü.

Hayat standardı; afili laf, ama sıkıntısı yine kelimelerde gizli: Hayatı bir standart’a indirgiyor. İstemediği halde çalışmaya devam eden umutsuz arkadaşlarımın sıkıntısını paylaşıyorum. Şimdilik iyi tarafından bakın: “Maaş güvencesi; hayatını standart yaşamak isteyenler için kaçırılmayacak fırsat!”

Modern insan-kaynakları-birimleri sırasıyla bu ikisinin (önce paranın, sonra statünün) çalışan mutluluğuna yetmediğini öğrendiği için, ve eğer iyi bir corporate’ta da çalışıyorsanız, üçüncü bir başlık altında uyduruk etkinlikler yapmaya çalışıyor, pek tabii doğal olarak. Kurumsal şirketin fotoğraf kulüpleri, bowling turnuvaları, gezileri ve bir tomar başka şey, bu sebepten dolayı var. Ben bu çabaları kesinlikle takdire şayan buluyorum, fakat bana yeterli gelmiyor.

2) Yine de kurumsal hayatın boktan olması, şu kaçma isteğimin gizini açıklamaya tek başına yeterli gelmiyor. Bu isteği güçlendiren başka etmenler var. Mesela İnci, bana kızarken bunlardan birisini açık etti. Diyor ki, “bok vardı da hayatıma Couchsurfing’i* soktun”.

Yani diyor ki, farkındalık, insanı mutsuz ede(bili)r. Ateş gibi. Başa çıkması zor.

Yani diyor ki, bizi bu gezginler, okuduğumuz bu blog’lar, bu filmler, bu kitaplar, bu alternatif meraklısı uyumsuz tipler mahvetti.

Hayat standardını sağladığım zamanlarda, başka bir dünyanın mümkün olduğunu görünce kalbim sıkışıyordu, çünkü hayatımdaki kontrast (Uzak’lık ve Yakın’lık arasındaki mesafe) artıyordu. Bir yanda otostopla dünyayı dolaşan gezgini evinize konuk edip (Uzak), ertesi sabah hava henüz karanlıkken uyanıp işe gitmek için yola koyulduğumda (Yakın), mutsuz oluyordum, haklıydım.

3) Bir çeşit güvence hissetmesem (“ben aç kalmam, açıkta kalmam”), bu kadar rahat davranıp işi bırakamazdım. İsterseniz buna ekonomik güvence deyin ama tam olarak öyle değil. Eğer bu güvence varsa, insanın cesur davranması daha kolay oluyor diyebiliriz (Gerçi diğer bakış açısı da aynı oranda desteklenebilir: Eğer kaybedecek bir şeyin kalmamışsa, her şeyi bırakmak daha kolaydır, diyebiliriz. Fakat ben bu gruptan değilim, ve bu duruma uyan birileriyle henüz tanışmadım).

Annemin sık sık yüzüme vurduğu gibi, bir süredir başkalarının kaynaklarını kullanarak yaşıyorum. Otostop yaptığımda başkasının benzinini, bir eve misafir olduğumda başkasının yemeklerini tüketiyorum. Zorda kaldığımda ailemden para alıyorum ve zaman zaman kitlesel fonlamaya başvuruyorum (Crowdfunding).

Aslında beyaz-yakalı hayata hoşça kal demenin kolaylaştırıcısı olan bu madde, yokluğu durumunda en büyük engele dönüşebiliyor. Bu konu oldukça uzunca ve çetrefilli. Sonra değineceğim.

Bu maddelerin devamını da aklıma geldikçe paylaşmaya devam edeceğim.


Efendim, intermission, bir operada, konserde, tiyatroda ya da bir filmdeki** aralara verilen isimmiş. Yedi ay boyunca girdiğim Kış Uykusu’nda bunun bir nihayet mi yoksa ara mı olduğuna karar veremiyordum. Sonunda intermission’ın ne olduğunu anlamaya çalışırken başka bir kelime ile karşılaştım: Interlude.

Interlüd, yine büyük bir tiyatro eserinde ara verilince oynanan kısa tiyatro oyunu, müzikler arasında çalan kısa müzik gibi anlama sahip bir terim.

Bu yedi ay zaman zaman intermission, zaman zaman interlüd oldu.

Emre’ye Cihangir’de çay içerken sordum: "Akışta olmak bizi yoldan çıkarıyorsa, bu yine de akış mıdır? Eğer yolda olmak değil de, evde oturmak istiyorsam, bu yanlış mı?"

Bunun cevabı ya gelecek Kış ayında gelecek ya da hiç gelmeyecek. Çünkü geçtiğimiz Kış boyunca ara ara defolup gitmek istedim. Hatta son zamanlarda biraz kızgındım herhalde, uzun geçen Kış aylarına mı kızdım, kendimi İstanbul’a kapatmaya mı kızdım, yapmak istediklerimden uzaklaştığımı fark edip mi kızdım, her neyse, defolup gitmek bile yetmiyor artık, sıcak mevsimlerin yaklaşmasıyla siktirolup yola çıkmak istiyorum. Bu arada ağzım mı bozulmuş benim?

Gelecek hafta, uzun yıllardır aklımda olan, fakat yapamadığım Likya-yürüyüşüne çıkacağım, eğer beklenmedik bir aksilik de olmazsa.

...

İtiraf ediyorum; beni bu gezgin blogları mahvetti, beni bu gezgin filmler mahvetti.





*Couchsurfing: Kanepe sörfü. Gezgin insanların birbirini ağırlaması için kurulmuş bir sosyal ağ. Sadece bir gezginin kalma ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, farklı kültürleri paylaşmaya, ve böylece insanın dünyasını zenginleştirmeye yarıyor.


**Intermission: İlk kez Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filminde görmüştüm.