26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VIII

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeşaltı ve yedi


Gün 54:

Tilki Yuvası'ndaydım yine. Geceyi bekledim. Uykum vardı, gözlerimin kapanma olasılığına rağmen oturdum Yuva'nın dibine. İyiyim. Huzurluyum. Doğru yerdeyim. Olmam gereken yer burası.

Hava serin. Üşüyebileceğim kadar serin. Ay çok küçüldü. Perseus'a dönük oturuyorum. Yıldız kaymıyor artık, ya da kayıyorsa da ben göremiyorum. Buralarda ışık kirliliği çok yoğun.

Sık sık anlatırım; ölmeden önce yapmak istediğim şeylerden birisi (hatta sanırım listenin ilk sırasında) Güney yarı kürede bir yerlere gidip yıldızları izlemek (Mesela uzun bir gemi yolculuğu çok harika olurdu). Bu yarı küredeki bütün takımyıldızları öğrendim sayılır. Kafamı kaldırdığımda neyin nerede olduğunu biliyorum.

Ve insan nasıl bilmediğini bilmiyorsa, bildiğini de biliyor*. Yıldızları unutmam mümkün mü artık? (Dikkat, şu son soru cümlesinde gerçeklik ve metafor aynı oranda ve yoğunlukta kullanılmıştır).

İlk kez gökyüzüne bakıyormuşçasına bir An yaşamak için onca yolu gitmek istiyorum. Bu dünyada yaşamak için daha anlamlı bir sebep de hayal edemiyorum zaten...

Gün 55:

Orman'a gittim. Yine görünmedi Tilki. Zaman zaman cool bir biçimde, zaman zaman yalvarırcasına bakındım etrafa, onu aradım, aramıyormuş gibi yapamadım, meditasyon denedim, uyukladım. Fakat yok. Gelmiyor.

Bu gelmeyişler -ve daha önceki gelişler- acaba sandığım şey mi? Şayet öyle ise, çok yazık oldu o sandığım şeye.

Sanki Evren'in derinlerinde bir yerde bir anlaşmanın parçasıydım (ve parçasıydık). Ve tüm Tilkiler bize bir haber muştulamak istiyordu. Öyle miydi gerçekten?

İnsan kalbini açınca bir çok şey mümkün olabilir. Ancak kalbi açmaya vesile olan her şey ve herkes, kapatmaya da vesile olabilir. Bu Evrende her şey ya çift taraflı çalışır, ya da hiç çalışmaz.

(Daha da muğlak yazamazdım sanırım, aferin bana)

Gün 56:

Tilki Yuvası'nın yanında ve karanlıkta meditasyon denemesi. Rüzgârlı bir gün, ve etraftan duyduğum seslerden irkiliyorum. Sanki arazide birileri geziniyormuş gibi, çeşitli mekanlardan gelen çeşitli sesler. Bir de Burcu'nun kırık fayanslardan yaptığı ağaç süsünden gelen; hep bir hatırlatıcı, hep bir hatırlatıcı, hep...

Gün 57:

Uzun süre sonra yeniden meditasyon halini hissedebildiğim bir gün. Odaklandığım, sessizleştiğim, içime dönebildiğim. Şükür.

Artık Tilki'yi görmek için Orman yoluna daha da az gider oldum. Buna üzülüyorum. Öte yandan Yuva'ya olan bağlılığım artıyor her geçen gün. Ayrıca ilk günlere oranla inanılmaz eğlenmeye de başladım. Daha Yuva bitmeden gelen bir tatmin duygusu var.

Gün 58-59:

İki gündür Tilki Yuvası'nın yanındayım. Tilki'nin yuvasına gitmek yerine O'nu yanıma getirerek bir çeşit hile yapıyorum. Fakat yorgunluktan halim yok. Ev iki gündür çok kalabalık, çalışma daha yoğun, hissettiğim sorumluluk da daha fazla.

Meditasyon yapabilmeye başladım, fakat uzun süre oturmuyorum. Yuva'nın duvarlarında gözle görülür bir yükselme var, ve bende yoğun bir tatmin duygusu yaratıyor.

Serin akşamlar; her şey çok berrak.

Gün 60:

Rutine bağlandı meditasyonlarım. Yuva'nın yanında ve yatmadan önce. Yıldızlar, serinlik ve Yuva'nın duvarlarına bakıp hissettiğim tatmin duygusu...

Kaç gündür Tilki'yi gördüğüm yere gidemiyorum. Pişmanlık duyuyorum. Bu ne tuhaf bir metafor böyle. Tilki'yi, O'nunla kurduğum bağı ve O'na atfettiğim anlamı çok özledim.

Gün 61:

Bugün meditasyon sırasında yalnız değildim, Ela ve Melih eşlik etti bana.

"Kimler geldi kimler geçti"
Foto: Züriye

Gün 62:

Bugün ilginç bir şey oldu. Neden bilmiyorum** ama meditasyon yapmayı unuttum. Gerçekten çok yorgun olduğum bir gündü, kalabalıktık ve zihnim dağınıktı. İki ay geçti ve ilk kez bir meditasyonu aksattım. Aklıma bile gelmedi. Üzgünüm, çünkü değişen şeylerin içselleştiğini muştuluyor olabilir...

Kazasını tutsam kabul olur mu?

Gün 63:

Bugün Züriye ile Yuva'nın yanında meditasyon yaptık. Serin bir gün. Keyifli bir meditasyon oldu. Ülker (ve Boğa) Yuva'nın üzerinde yükseliyordu. Biraz daha karanlık bir yerde olsaydık tatlı tatlı mavi ışımasını seyredebilirdim. Eğer Ülker yükseliyorsa bu benim için harika bir haber: Artık Kış geliyor (Winter is coming).

Bu sene Kış'ın gelmesini her şeyden daha fazla istiyorum. Evet Tilki Yuvası'nı sağlıklı bir şekilde bitirebilmemiz için Yağmurlar gelmeden sıvasını yapmamız gerekiyor, biliyorum.

Yine de;
Kış gelsin artık.







* Dolaysıyla asıl meselenin de bildiğimizi bilmediklerimiz ile bilmediklerimizi bildiğimiz şeyler olduğunu iddia etmek mümkün. Fakat çok da emin değilim... (Şair burada bilmek derken zihinsel bir biliş de dahil olmak üzere, varoluşun her türlü bilgisini kastetmektedir. Bir Matrix içinde yaşadığımıza dair sezgisel bilgi ya da birisinin sizin ruh eşiniz olduğuna inanmanız, ya da enerjinin, kütlenin ışık hızının karesi ile çarpımına eşit olduğu bilgisi gibi, hepsi aynı yerden gelmektedir, diyor. Hatta dedim bile.)

** Açıkça yalan söylüyorum size. Aslında nedenini gayet iyi biliyorum ancak burada açık açık yazamam.

15 Ağustos 2017 Salı

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VII

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbirikiüçdörtbeş ve altı


Gün 49:

Çatırdayan değişimler sonrası ruh halim karmakarışık. Sıkışık bir gün bu. Anlatamadığım bir hal. Hatta hiç anlatmak istemediğim...

İçimden kurudere yoluna gitmek değil ölmek geliyor; yok olmak. Ancak alışkanlıkla kendimi sürüklüyorum.

İnşaattaki işi tamamlar tamamlamaz yola koyuldum. İçim kabarık. Yoğun bir hüzün ve veda var. Öfke ve çaresizlik var. Karşılanmayan ihtiyaçlar var. Ruh halimde kontrol edilemeyen bir geri bildirim sistemi çalışmaya başladı, her şeyi yakana kadar da durulamadım. Ve bunları daha şeffaf yazamıyorum bile. Anlatmak istediğimde anlatamıyorum ki, nasıl yazayım?

Her zamanki yerime vardım. Tilki yok. Meditasyona oturmadım. Ve bağırdım: "Buralarda mısın!?"

Ses yok.

Kendime mırıldandım sonra: "Acaba neredesin?"

Bu bir Tilki'ye ilk kez seslenişim olabilir. Çaresiz bir sesleniş bu. Kökü acıdan geliyor.

Bir süre ağladım. Kimsenin olmadığı  (ya da olmadığını sandığım) bir Orman'da ağlamak çok iyi geldi. İstediğim kadar bağırıp iç çekebildim. Bir süre sonra da duruldum. Şiddetli ağlama hezeyanı geçince kafam bir hoş oldu, meditasyon gibi...

Sonrasında meditasyon yapmadım, sadece düşündüm. Çünkü düşünecek çok şeyim vardı. Üzgünüm. Olan biten her şey için, çok üzgünüm.

Düzeltmenin herhangi bir yolu var mı?

"Becerebilseydim buraya yanmakla ilgili bir şeyler yazardım. Ama yanmak yazılmaz. Yanmak yanılır."


Gün 50:

Yorucu bir çalışmanın ardından, kan, ter, toprak ve kir içinde Orman'ın yolunu tutuyorum.

Şu Böğürtlenler her geçen gün biraz daha olgunlaşıyor. Peki ya ben? Ben ne zaman olgunlaşacağım?

Bir şeyler öğrenebildiğime şüpheliyim, fakat çabam takdire şayan.

Bugün de Tilki yok. Bağ hissetmiyorum. Pişmanlığım ve üzüntüm had safhada.

Gün 51:

Bugün Yuva'nın yanındayım, Orman'a gitmek için geç kaldım ve yorgunum. Yuva'da Tilki yok, ama Yuva artık bir Tilki Yuvası oldu. Adı bu.

Yuva'yı ve Ay'ı sağ çaprazıma alarak genç bir Zeytin'in altına oturdum. Yüzüm Kuzeydoğu'ya dönük, karşımda Perseus. Sırtımı Yay'a yasladım. Pek az insanın bildiği kutsal şarkımı açtım: We have all the time in the world*. Şehrin ışık gürültüsüne ve yarım Ay'a rağmen göktaşı yağmurunu izlemeyi umuyorum. Sivrisineklere bile aldırış etmiyorum.

Bir süre sonra müzik bitiyor. Gözlerimi kapatıp meditasyona başlıyorum. Günlerdir konsantrasyonum yerlerde sürünüyor. Şimdi biraz daha iyi. Nefes. Al. Ver.

Bir süre sonra gözlerimi açıyorum ve açar açmaz bugüne kadar gördüğüm en güzel yıldız kaymalarından birini izliyorum. Atmosfere girip de yanan meteorun parçalara ayrıldığını bile görebiliyorum. Dileğim hazır zaten: Please, please, please let me get what i want.

Zor günler geride kalıyor. Otuz yaşımı tamamlamaya iki gün kaldı. Ellerimle yaptığım Tilki Yuva'sının dibinde oturuyorum. Esinti ile dalgalanan gölgeliklere Ay ışığı vuruyor, izliyorum.

Bugün güzel bir gün; Tilki'yi görmüyorum fakat bağlantıyı yüreğimde hissediyorum.

Otuzlu yaşlara hazırım.

Gün 52: 

Saatin on ikiyi geçmesini bekliyorum -ki doğum günüm başlasın. Aslında ne saçma bir eşik, saat 00:00 olunca doğum günüm oluyor, halbuki bundan 30 sene önce ne Güneş, ne Dünya, ne Ay, ne de Samanyolu bu konumda değildi. Fersahlarca kere fersahlarca ötede bir yerlerdeydi hepsi. Yine de bekliyorum işte. Her zaman belirttiğim gibi; inanmak istediğimiz tüm hikâyelere biz inanıyoruz. Ve onlara inanmayı bırakırsak ya da başka hikâyelere inanmayı seçersek dünyayı da değiştirebiliriz.

Tilki yoluna eskisi kadar heyecan duyamadım bugün. Geçen haftalarda bu sözde özel gün için hayalim çok farklıydı. Fakat olaylar böyle gelişmedi. Yuva'nın yanı şu anda meditasyon için daha uygun görünüyor. Yarım Ay'ın ışığında yarım inşaatın halini izliyorum. Ay ışığında Tilki Yuva'sı çok güzel görünüyor. Tuhaf bir tatmin duygusu yayılıyor içime.

Doğum günü dileği dilemek için Perseid Göktaşları'nın yoluna bakıyorum -şu anda Kuzeydoğu'da. Fakat hiç bir yıldız kaymıyor. Yine de dilek dilemeye engel değil. Bugün benim günüm -hem de otuz oldum, rakamla 30- istediğim dileği dilerim. Beis yok.

Geçen günlere göre daha da ferahlamış durumdayım. Bir adım geri atıp baktığımda hayatım yıllardır hayal ettiğim ve gitmesini istediğim istikamette gidiyor. Bu yaşamı ben seçtim (işte inandığım bir hikâye!). Elimden geldiğince de seçimlerimi gerçekleştiriyorum (ve bir başkası daha!)

Buraların tatlı bir esintisi var. Tam olarak hangi yönden geldiğini keşfedemedim. Bazen dağdan ovaya doğru, bazen iki sıradağ bloğunun arasından denize doğru. Bazen de tam tersi. Kış mevsiminde fırtınalara sebep olacak denli rüzgâralan bir bölge. Ama yazın hayatı hafifleten, ferah, meditatif bir rüzgâr.

Şükür.

Gün 53:

Bugün yirmiler bitti ve otuzlar başladı. Keyifli bir gün. Aranmak, konuşmak, duyulmak... Özel günler, sevmek ve sevilmek için güzel bahane. Tadını çıkarıyorum. Kimi özel bağlar ve kimi özlemler dile geldi gün boyunca. Nostaljik, melankolik -ama hani pek de kötü hissettirmeyen- bir lezzeti vardı bazı iletişimlerin.

Kurudere yoluna Halil ile gittik bu akşam. Tilki'yi görebileceğimi ummuştum, heyecanlanmıştım da biraz (E bugün doğum günümdü ya işte, Tilki bunu nasıl bilmez?) Fakat görünmedi. Üzgünüm.

Uzun uzun sohbet ettik Halil'le, hava karardığında hâlâ konuşuyorduk.

Dönerken evin temelini doldurmak için iki araba taş taşıdık.

Verandada, kırmızı masanın üzerinde peynirler, meyveler ve şaraplar varlığımı kutlamam için beni bekliyordu.

...

Otuz yaşıma girmek tuhaf bir yaşlanma hissine de yol açıyor. Artık yirmiler geride kaldı, ve bir daha asla yeniden yirmilerimi yaşayamayacağım. Yaşadığım her şey geçmişteki bir anı oldu. Geçmişte. Şu an değil. Geçmişte.

Şu parça ruh halimi çok iyi anlatıyor. Elli yaşımı görebilirsem, yine bu parçayı dinleyeceğim. Kim bilir, belki o zaman bir Tilki yanımda olur...






*We have all the time in the world: Meâli, dünyadaki tüm zamana sahibiz. Şarkıyı da bilen bilir.

10 Ağustos 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - VI

Hikâyeyi başından okumak isterseniz, sırasıyla; sıfırbirikiüçdört ve beş


Gün 40:

İnşaat düzenimi sarsıyor. Yine de meditasyona tabi kalacağım. Gece oldu, Orman'a gidecek gücüm kalmadı, ancak kutsal olan bir alan daha var bu arazide: Yeni Yuva'nın inşaatı. Meditasyonumu orada yapabilirim.

Gün 41:

Orman'a gittim. Döner dönmez günlüğümü yazmadığım için detaylandıramayacağım. Fakat Tilki gelmedi. Meditasyonda zorlanıyorum. Yorgunluktan uyukluyorum. Rüyaya geçme anında başım düşerek kendime geldim, bir kaç defa. Tilki'nin görünmemesine bozuluyorum.

Gün 42:

Yine Orman'a gittim. Dünden pek farklı değil durum. Tilki'nin görünmeyişine çok üzülüyorum ve hatta özlüyorum o kısa (ve seyrek?) karşılaşma An'larımızı.

Gün 43:

Rutin diyebileceğim bir gün daha. Kırk üç gün geçince bile bir rutin yakalamak mümkün. Sahi kırk üç gün uzun mu kısa mı artık bilemiyorum. Tilki ile karşılaştığım o ilk gün Uzak mı yoksa Yakın mı? Tam olarak neredeyim?

Gün 44:

Bugün Tilki'yi gördüm yine kısa bir An. Çünkü gürültüden dolayı hemen uzaklaştı. O sırada arkamdan Züriye, Halil ve Burcu geliyordu ve ben onun gidişini buna bağladım. Fakat öyle olmayabilir elbette... İnandığımız tüm hikâyelere, masallara inanan biz değil miyiz zaten? Gerçekte ne olduğunu asla bilemeyiz gibi geliyor. Bazan.

Gün 45:

İnşaat devam ediyor. Bugün kısa süreli bir fırtına geçti üzerimizden. Yuva'nın duvarları ıslanmasın diye hızlı bir müdahale ile her yanı kapatmaya çalıştık ve bu sırada donumuza kadar ıslandık. Gölgeliklerimiz sanki her şeyi arkalarına takıp havalanacak gibiydi. Ağaçlar zarar görmesin diye bağlarını kestim ani bir kararla. Bence müthiş bir An'dı bu. Yaşadığımı hissettiren An'lardan. Sanırım her şeyin huzurlu ve düzenli gitmesini içten içe istemiyorum. Uzaylı veya Zombi istilalarını, meteor çarpmalarını -ve hatta iklim değişikliğini- ve bunların yol açacağı kaosu merakla bekleyen bir tarafım var (Filmdeki adam 'Kaos bir merdivendir' diyor). Yaşadığım(ız) rutin hayatların değişmesi için böyle bir felaket gerekiyorsa, buyursun gelsin.

Fırtına sonrası müthiş bir koku. Toprak kokusunu içime çekiyorum. Bulutlar ve ışık o kadar estetik ki, tarif edemem. 

Yorgunum. Meditasyon yapamıyorum. Önce düşünceler akın ediyor, derken hülyalara kapılıyorum, sonra içim geçiyor ve başım öne düşünce sıçrayarak kendime geliyorum. Yaklaşık on defa meditasyon denemesi yapıyorum ve hep aynı sırayla aynı şey oluyor.

Bugün meditasyon yok. Tilki de yok. Yorgunum.

Gün 46:

Yuva inşaatı, hem dünkü fırtınanın üzerimdeki etkisi, hem de bir grup dostun evden ayrılmasıyla sekteye uğradı. Beklemedeyiz. Ama fırtına sonrası yapabileceğim en iyi şeyi yaptım bence; çay demledim. Çünkü yeniden başlamak için yapabileceğimiz en iyi seçenek -istisnasız her zaman- çay demlemektir.

Meditasyon yerine geldim. Oturdum. İçimin geçeceğini bile bile gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeyim. Bir ara gözlerimi açıyorum, karşı tarafta Tilki, boydan boya yürüyor. Benden yana bakmıyor bile. Bağlarımız zayıflamış gibi...

"Kaybolan suretler"


Gün 47:

Evin temeline taş lazım diye el arabası ile gittim yolun yarısını. Bunun gibi 200 el arabası taşırsam temeli anca doldurabilirim. Zaten beklemek de böyle bir şey işte. 200'ün yanında bir 1 gibi. Hatta 20.000'in yanında. Belki de hatta 2 milyon ışık yılının ötesinde bir Dünya gibi...

Bugün Tilki yok. Bir Karatavuk şakıyarak yanımdan geçiyor. Kuşu izlerken Bulutları fark ediyorum. Her şey muazzam güzel, ancak içimde hiç bir kıpırdanma olmuyor.

Hisler geçiyor.
Zaman geçiyor.
Ömür geçiyor.

Gün 48: 

Kırk sekiz günün (hatta öncesinde de geçen bir süre ile yaklaşık iki ayın) sonunda, olmak istemediğim bir yerdeyim. Tilki ile münasebetimiz biçim değiştiriyor artık. 

Metaforların silindiği bir yere geliyorum. Suretlerin silindiği. Anıların umutlardan bağımsızlaştığı...

Bir Tilki ile arkadaş olmak, bazan sadece bir Tilki ile arkadaş olmaktır, belki de.

Bugün meditasyon için yuva inşaatının yanında oturdum. Dolunayı bir gün geçen ayın yükselişini izledim. Badem ağacının silüetine baktım. Güçlü rüzgârlar esiyordu. Uçuşan gölgeliklere baktım. Ayın önünden geçen bulutlara baktım. Her şey geçiyor.

Geçmesini istemediğim her şey geçiyor...

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - V

Hikâyeyi başından okumak isterseniz, sırasıyla; sıfır, bir, iki, üç ve dört


Gün 34:

Eve çok geç döndüğüm için meditasyon saati geceye kaldı. Bu kadar gün aksatmamışım, gece de olsa gideceğim. Yanıma fener alıyorum. Sonra Halil'e soruyorum, o da geliyor.

Gece. Aysız bir karanlık. Fener ışığıyla ilerliyoruz. Feneri arada kapatıp etrafa bakıyoruz, hiç bir şey görünmüyor. Aysız gecelerde çok körüz.

Meditasyon noktasına geldik. Gözlerimi kapatıp oturuyorum on dakika. Bir ara gözlerimi açtığımda çok şaşıyorum, çünkü az önce göremediğim şeyleri görebiliyorum şimdi! Dere yolundaki taşları seçebiliyorum, çalıları görüyorum. Evet, göz bebeklerim büyüdü, biliyorum, yine de bu keskin geçiş çok şaşırtıyor beni.

Görme duyuma odaklanıyorum. Neyi ne kadar gördüğüm, neyi neye benzettiğim; Uzak'lık ve Yakın'lık. Işık ve Karanlık. Aklım şaşıyor.

Bugün Tilki yok. Ama duyularını keşfeden bir doğukan var.

Dönüşte fenerleri yakmadan dönüyoruz. Eve yaklaşırken yanından geçtiğimiz sitede kocaman bir sokak lambasına küfrediyoruz, gözlerimize tecavüz ettiği için.

...

Işık yüzünden görememek çok tuhaf. Tabii ya, görebilmek için karanlığa ihtiyaç var!

Gün 35:

Halim çok iyi.

Hava serin. Kocaman bulutlar var. Orman'a doğru yürüyorum. Bakalım bugün ne bekliyor beni?

Geçen günlerden farklı olarak Güneydoğu'ya dönerek oturuyorum (Önceden hep Doğu'ya dönük oturuyordum). Böylece eğer Tilki her zamanki yerinde görünürse, hiç kıpırdamadan ve onu ürkütmeden seyredebileceğim. Planım bu.

Rüzgâr'ı duyumsamaya, dikkatimi tamamen o serinliğe, onun dokunuşuna ve hissine veriyorum. Benim için, var olmak bu. Harika bir meditasyon olmuyor belki, ama yaşamaktan kıvanç duyuyorum. Havanın yavaş yavaş kararışını duyumsamaya çalışıyorum. Hızla Doğu'ya giden Bulutları seyrediyorum. Bugün çok uzun oturacağım, biliyorum.

Kendimi her geçen gün daha çok Orman'a ait hissediyorum. Her gün bir duyumu pratik ediyor gibiyim. Dün gözlerim, bugün kulaklarım. Rüzgâr'ın ve Orman'ın işbirliği uzaklardan harika bir sesi getiriyor. Karatavuklar birbirine kur yapıyor. Cırcır böcekleri ısrarlı. Zaman zaman kuru otların arasından gelen çıtırtılar. Belki fare?

Çok uzun bir süre, hiç kıpırdamadan, dinleyerek ve sessiz bir Tilki gibi oturdum. İçimde vahşi bir şeyler uyanıyor. Hayvani ve ilkel bir şeyler.

Sabırlı olmayı öğreniyorum, şüphe yok.

...

Hava karardı. Ay Batı'da, incecik bir hilal. Şehirden gelen ışık gürültüsü tepenin üzerinden yansıyor. On metreye kadar önümü seçebiliyorum, daha uzakta her şey karanlık bir silüet... Tilki bugün görünmedi. Kalkmaya yelteniyorum. Son kez şükretmek için ellerimi kavuşturuyorum göğsümün önünde. Ve bir hışırtı. İlerideki büyük çalılıktan. Hiç bir şey görmüyorum. Ama sesi dinlemeye karar veriyorum.

Huzursuz uykusunda sürekli bir o yana bir bu yana dönen bir Tilki değilse bu, bunca hışırtıyı çıkartan ne olabilir? Sanki bir şeyler mi yiyor? Ufak hırıltılar duyuyorum bazen. Derin bir nefes verme sesi. Evet, biraz tedirgin oldum. Bu bir Tilki değil. Kıpırdamadan dinlemeye devam ediyorum. Tiz bir ses bu, tanıdık bir ses: Domuz. Acaba yanıma gelir mi? Miyazaki filmlerinden fırlamış bir sahne yaşamak için ne uygun ortam!

Aysız bir gecede ve tek başıma bu Orman'da ilk kalışım. Bir süre kendimi takdir ediyorum. Bir saatten fazla oturdum. Artık döneceğim. Domuzun sesleri kesilmeden devam ediyor. Tekrar nefes veriyor, güçlü. Dönüp eğiliyorum; "Teşekkürler Domuz."

Belki önümüzdeki günlerde sabaha kadar oturacağım zorlu bir denemeye girişirim. Neden olmasın?

Gün 36:

Gece geç saate kaldım yine. Bugün Toprak ev inşaatına yeniden başlıyorum ve destek olmaya tanıdığım/tanımadığım insanlar gelmeye başladı. Akşam saatleri çalıştığımız için meditasyon için sürekli geceye kalacağım gibi. Yarından itibaren sabahları erken saatte gitmeye karar verdim.

Karanlık vadide ilerlerken ilk defa bu kadar korktum. Önce tuhaf düşünceler doldu zihnime. Sonrasında ise düşünceler korkuya yol açtı. Bu süreci izlemek, düşüncelerimin akışını değiştirmek ve korkunun geçmesini izlemek tuhaftı. Fakat düşüncelerim üzerinde iradem var. Ne düşüneceğim bana kalmış.

Bugün Tilki yok. Ama düşünceler ile duygular arasındaki köprünün farkındalığı var.

Gün 37:

Sabah erken saatlerde yola çıktım. İlk kez farklı bir zaman dilimini deniyorum. En son dün akşam buradaydım, sanki hiç eve dönmemişim gibi.

Sabah serinliği*, sabah sessizliği (cırcır böcekleri hâlâ uyuyor olmalı), meditasyon için harika bir ortam sağlıyor. Otuz yıl boyunca nasıl fark etmedim bunu: Gün doğumunda dünya muhteşem bir yer.

Tilki yok. Belki o da uyuyordur. Kim bilir?

Gün 38:

Sabah kısa bir meditasyon. Hava serin, hava muhteşem. Kendime takdirim büyük.

Tilki yine yok.

Gün 39:

Sabah gün doğumunu izledim çatıda. Sonra da meditasyona gittim. Tilki yine yok. Sabahları uyuyor, muhakkak. Özlüyorum ve görmek istiyorum O'nu.





* Yıllar önce mart ayında serin bir Adana sabahında şu şarkıyı keşfetmiştim. Bir Go turnuvasına giderken neşeli dostların arabasındaydık. Unutmamın mümükün olmadığı An'lardan biri.

Sabah serinliğinden konuşuyorsam bilin ki zihnimde bu melodi var.