Gün 40:
İnşaat düzenimi sarsıyor. Yine de meditasyona tabi kalacağım. Gece oldu, Orman'a gidecek gücüm kalmadı, ancak kutsal olan bir alan daha var bu arazide: Yeni Yuva'nın inşaatı. Meditasyonumu orada yapabilirim.
Gün 41:
Orman'a gittim. Döner dönmez günlüğümü yazmadığım için detaylandıramayacağım. Fakat Tilki gelmedi. Meditasyonda zorlanıyorum. Yorgunluktan uyukluyorum. Rüyaya geçme anında başım düşerek kendime geldim, bir kaç defa. Tilki'nin görünmemesine bozuluyorum.
Gün 42:
Yine Orman'a gittim. Dünden pek farklı değil durum. Tilki'nin görünmeyişine çok üzülüyorum ve hatta özlüyorum o kısa (ve seyrek?) karşılaşma An'larımızı.
Gün 43:
Rutin diyebileceğim bir gün daha. Kırk üç gün geçince bile bir rutin yakalamak mümkün. Sahi kırk üç gün uzun mu kısa mı artık bilemiyorum. Tilki ile karşılaştığım o ilk gün Uzak mı yoksa Yakın mı? Tam olarak neredeyim?
Gün 44:
Bugün Tilki'yi gördüm yine kısa bir An. Çünkü gürültüden dolayı hemen uzaklaştı. O sırada arkamdan Züriye, Halil ve Burcu geliyordu ve ben onun gidişini buna bağladım. Fakat öyle olmayabilir elbette... İnandığımız tüm hikâyelere, masallara inanan biz değil miyiz zaten? Gerçekte ne olduğunu asla bilemeyiz gibi geliyor. Bazan.
Gün 45:
İnşaat devam ediyor. Bugün kısa süreli bir fırtına geçti üzerimizden. Yuva'nın duvarları ıslanmasın diye hızlı bir müdahale ile her yanı kapatmaya çalıştık ve bu sırada donumuza kadar ıslandık. Gölgeliklerimiz sanki her şeyi arkalarına takıp havalanacak gibiydi. Ağaçlar zarar görmesin diye bağlarını kestim ani bir kararla. Bence müthiş bir An'dı bu. Yaşadığımı hissettiren An'lardan. Sanırım her şeyin huzurlu ve düzenli gitmesini içten içe istemiyorum. Uzaylı veya Zombi istilalarını, meteor çarpmalarını -ve hatta iklim değişikliğini- ve bunların yol açacağı kaosu merakla bekleyen bir tarafım var (Filmdeki adam 'Kaos bir merdivendir' diyor). Yaşadığım(ız) rutin hayatların değişmesi için böyle bir felaket gerekiyorsa, buyursun gelsin.
İnşaat devam ediyor. Bugün kısa süreli bir fırtına geçti üzerimizden. Yuva'nın duvarları ıslanmasın diye hızlı bir müdahale ile her yanı kapatmaya çalıştık ve bu sırada donumuza kadar ıslandık. Gölgeliklerimiz sanki her şeyi arkalarına takıp havalanacak gibiydi. Ağaçlar zarar görmesin diye bağlarını kestim ani bir kararla. Bence müthiş bir An'dı bu. Yaşadığımı hissettiren An'lardan. Sanırım her şeyin huzurlu ve düzenli gitmesini içten içe istemiyorum. Uzaylı veya Zombi istilalarını, meteor çarpmalarını -ve hatta iklim değişikliğini- ve bunların yol açacağı kaosu merakla bekleyen bir tarafım var (Filmdeki adam 'Kaos bir merdivendir' diyor). Yaşadığım(ız) rutin hayatların değişmesi için böyle bir felaket gerekiyorsa, buyursun gelsin.
Fırtına sonrası müthiş bir koku. Toprak kokusunu içime çekiyorum. Bulutlar ve ışık o kadar estetik ki, tarif edemem.
Yorgunum. Meditasyon yapamıyorum. Önce düşünceler akın ediyor, derken hülyalara kapılıyorum, sonra içim geçiyor ve başım öne düşünce sıçrayarak kendime geliyorum. Yaklaşık on defa meditasyon denemesi yapıyorum ve hep aynı sırayla aynı şey oluyor.
Bugün meditasyon yok. Tilki de yok. Yorgunum.
Gün 46:
Yuva inşaatı, hem dünkü fırtınanın üzerimdeki etkisi, hem de bir grup dostun evden ayrılmasıyla sekteye uğradı. Beklemedeyiz. Ama fırtına sonrası yapabileceğim en iyi şeyi yaptım bence; çay demledim. Çünkü yeniden başlamak için yapabileceğimiz en iyi seçenek -istisnasız her zaman- çay demlemektir.
Meditasyon yerine geldim. Oturdum. İçimin geçeceğini bile bile gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeyim. Bir ara gözlerimi açıyorum, karşı tarafta Tilki, boydan boya yürüyor. Benden yana bakmıyor bile. Bağlarımız zayıflamış gibi...
Gün 47:
Evin temeline taş lazım diye el arabası ile gittim yolun yarısını. Bunun gibi 200 el arabası taşırsam temeli anca doldurabilirim. Zaten beklemek de böyle bir şey işte. 200'ün yanında bir 1 gibi. Hatta 20.000'in yanında. Belki de hatta 2 milyon ışık yılının ötesinde bir Dünya gibi...
Bugün Tilki yok. Bir Karatavuk şakıyarak yanımdan geçiyor. Kuşu izlerken Bulutları fark ediyorum. Her şey muazzam güzel, ancak içimde hiç bir kıpırdanma olmuyor.
Hisler geçiyor.
Zaman geçiyor.
Ömür geçiyor.
Yuva inşaatı, hem dünkü fırtınanın üzerimdeki etkisi, hem de bir grup dostun evden ayrılmasıyla sekteye uğradı. Beklemedeyiz. Ama fırtına sonrası yapabileceğim en iyi şeyi yaptım bence; çay demledim. Çünkü yeniden başlamak için yapabileceğimiz en iyi seçenek -istisnasız her zaman- çay demlemektir.
Meditasyon yerine geldim. Oturdum. İçimin geçeceğini bile bile gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeyim. Bir ara gözlerimi açıyorum, karşı tarafta Tilki, boydan boya yürüyor. Benden yana bakmıyor bile. Bağlarımız zayıflamış gibi...
"Kaybolan suretler" |
Gün 47:
Evin temeline taş lazım diye el arabası ile gittim yolun yarısını. Bunun gibi 200 el arabası taşırsam temeli anca doldurabilirim. Zaten beklemek de böyle bir şey işte. 200'ün yanında bir 1 gibi. Hatta 20.000'in yanında. Belki de hatta 2 milyon ışık yılının ötesinde bir Dünya gibi...
Bugün Tilki yok. Bir Karatavuk şakıyarak yanımdan geçiyor. Kuşu izlerken Bulutları fark ediyorum. Her şey muazzam güzel, ancak içimde hiç bir kıpırdanma olmuyor.
Hisler geçiyor.
Zaman geçiyor.
Ömür geçiyor.
Gün 48:
Kırk sekiz günün (hatta öncesinde de geçen bir süre ile yaklaşık iki ayın) sonunda, olmak istemediğim bir yerdeyim. Tilki ile münasebetimiz biçim değiştiriyor artık.
Metaforların silindiği bir yere geliyorum. Suretlerin silindiği. Anıların umutlardan bağımsızlaştığı...
Bir Tilki ile arkadaş olmak, bazan sadece bir Tilki ile arkadaş olmaktır, belki de.
Bugün meditasyon için yuva inşaatının yanında oturdum. Dolunayı bir gün geçen ayın yükselişini izledim. Badem ağacının silüetine baktım. Güçlü rüzgârlar esiyordu. Uçuşan gölgeliklere baktım. Ayın önünden geçen bulutlara baktım. Her şey geçiyor.
Geçmesini istemediğim her şey geçiyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder