30 Mayıs 2020 Cumartesi

"Kendilik ve Ötekilik Arasındaki İlişki"

"Aidiyet uygulamasında, yiğitlik ya da başkaları üzerinde hâkimiyet kurmayı değil, fakat şeyler arasındaki iletişime adanma becerisini ararız. Kendilik ve ötekilik arasındaki ilişki için derinleştirici bir harekettir bu. Birbirimizin ve etrafımızdaki dünyanın koruyucuları olduğumuzda, bizler de korunuruz. Başkalarını yaşamımızın manzarasına davet ettiğimizde, gizli parçalarımızla onlara nüfuz verdiğimizde kendi oluşumuzda daha iyi yer tutarız."

Toko-pa Turner, “Aidiyet” kitabından; belongingbook.com

Artwork by Tifenn Python (tifenn-python.squarespace.com)

29 Mayıs 2020 Cuma

Ocean of Remembrance

Ne zaman şu albümü dinlesem kendimi Yalova'ya, Termal'e ışınlanmış bulurum. Sabaha karşı dönen insanlara bakarken, yumuşacık müzik, yarı uykulu yarı hûlyalıyım, bir minik uyku, belki bir rûya, sonra bir daha uyanıp dönenleri izlerim, izlerim ama rüya gibidir bu da, yavaş yavaş gün aydınlanır, tahta parkenin kenarında pudra dökülmüş, dönenler rahatça dönsün diye, sonra defteri açar iki şey karalarım, biraz çizerim, biraz ağlarım -şifa ağlaması bu- sonra yine uyuyakalırım, bir rûya daha, sonra uyanır biraz ayılırım, birisi bir diğerinin üstünü örter, iki kişi dönmeye devam eder, ben izlerim, şifayı hissetmeye devam ederim, yumuşacık, usul usul akar, tıpkı kenar pencerelerden içeriye vuran sabahın ilk ışıkları gibi her şey. Hayatımda din denen şeye samimiyetle en yaklaştığım yerdi Dergâh... Bir de Oruç Baba'nın sesi ayrı bir hüzünlü geliyor artık. Özellikle Veysel Karani'yi söylerken...


Ocean of Remembrance
2014, 2015 ve 2016 yazlarında Dergâh'ta geçirdiğim günlerin anısına...

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Istırap ve Hediye Üzerine Bir Çember

“Söyleyebilirim ki, başlarda yaşamımın itici gücü özgür olmakla ilgiliydi ve sonra fark ettim ki özgür olmam başkalarından bağımsız değil. Sonrasında kişinin kendi üzerinde çalışmasının, daha fazla ıstırap yaratmayarak başkalarına bir hediye olduğu çembere vardım. Kendimle çalışarak insanlara yardım ediyorum ve insanlara yardım etmek için kendimle çalışıyorum.”  – Ram Dass



Çeviri: Doğukan Sarıkaya

18 Mayıs 2020 Pazartesi

"Zanaatin Çıraklığı"

"Dünyaya güzellik katmak için uzun çabalara giriştiğimizde, tıpkı yaratıldığımız gibi yaratarak bizi yapanı onurlandırırız. Bize, özlemini çektiğimiz yaşamın yavaş ve özenle bir araya getirilmesine saygılı olmamız öğretildi. İlmek ilmek, zanaatin çıraklığını yaparız. Gizemle ortaklaşa çalışır, ritminin kemiklerimizdeki hafızayı uyandırdığını hissederiz. Eller işlerken, zihin sessizleşir ve tüm dünyanın birlik içinde olduğu derin adanmışlığın ritmine açılınca, daha büyük bir dinleme devreye girer. Eğrelti otları ortaya çıkar, nergisler trompet çalar, gül goncaları semirir ve yaratılışın şarkısı duyulabilir.

El işi aynı zamanda bize yaşamın somutlaşması için gereken sabrı da öğretir. Kestirmeler yoktur ve ucuz bir şekilde ya da toptan yapılamaz. İş küçüktür, iş yavaştır ve tek yapabileceğimiz de bunu akılda tutmaktır. Dr. Clarissa Pinkola Estés’in dediği gibi, “Kolay olan yol, kısayol, daima parçalarına ayrılıp dağılır. Sonra kişi el yapımı (handmade) yaşama geri döner. Kişi bunu acıyla yerden almalı, tüm deseni aklında tutarak parçaları yeniden birleştirmeli, ama sabırla çalışmalı, parça parça.”"

Toko-pa Turner, “Aidiyet” kitabından; belongingbook.com
Orijinal post

Görsel, Matthew Forsythe; http://www.comingupforair.net/

17 Mayıs 2020 Pazar

"Yaşam Çözülecek Bir Sorun Değil Yaşanacak Bir Deneyimdir"

(Tutup da bir kitabın son sayfalarını paylaşmak, nasıl desem, çok iyi bir paylaşma yaklaşımı olmasa gerek. Aşağıda alıntıladığım kısım James Hollis'in Ruhun Kaygan Kumları kitabından, bir kaç paragrafı çıkararak paylaşıyorum... Daha önce 'kendimi iyileştirme' sürecime ilişkin yazıda bu kitaptan bahsetmiştim. Bunu paylaşıyorum, çünkü hem ihtiyacı olan birilerine dokunabilir, hem de kendime hatırlatma olsun istiyorum. Dönüp dönüp bakacağım...)



"Hepimiz imkansız iki hayale tutunuruz; ölümsüzlük ve Büyülü Diğeri. Bir tür ölüm farkındalığı, zihni hep işgal etse de, ölümün bu kitapta tartışılan kaygan kum durumlarından olmadığına dikkatinizi çekerim. Ego güvenlik, denge ve kontrol arayışında olduğundan ölüm onun için en büyük tehdit, en azılı düşmandır. Belki de ölüm egonun küçük takıntılarından bir kurtuluş, bir aşkınlıktır. Eğer Hindular haklı ise, insan ruhun nihai özgürleşmesine kadar tekrar tekrar doğacak. Eğer Budistler haklı ise, hayat kötü bir rüya, bir yanılsama, egonun bir sanrısı. İnsan egonun emperyalizmini aşabilirse, o zaman acısını çektiğimiz yanlış yaşam-ölüm bölünmesini de aşabilir. Eğer Hristiyanlar haklı ise, ölümden sonra hayat var. Eğer Yahudiler haklı ise, bizler torunlarımız vasıtasıyla hayata dönüyoruz. Kişinin inancı her ne olursa olsun, kişisel ölümlülükle karşılaşma hayata derinlik veren bir nirengi noktası; kim olduğumuz ve ne yaptığımıza ilişkin bir ruh derinliği sağlar. 

Kesinlikle söylenebilecek tek şey, içimizde en gelişmiş şekliyle vücut bulma peşinde bir gizin aktığı ve içimizdeki bu gize ne zaman hizmet etsek dışarıdaki giz ile bir bağlantı deneyimlediğimiz. Bu giz ile bilinçli bir ilişki içinde olduğumuzda, daha derinden canlanırız. Ego zaman zaman varoluşsal endişe sellerine kapılsa da, egonun ruhun ufacık bir parçası olduğunu biliyoruz. Hükümran ego ruhun geri kalanı ile gönüllü bir ortaklığa boyun eğdiğinde, birey büyük giz karşısında daha rahat olacaktır.

Ölümsüzlük iddiasında olsa, ego ne kadar da dayanılmaz olurdu. Ama Shakespeare'in dediği gibi, "Altın kızlar ve erkekler de bir gün / Toz olacak tıpkı baca temizleyiciler gibi". O halde ölüm, endişemiz olmakla birlikte kaygan kumlardan değil. Ölüm, mütevazı bilgeliği olası kılandır.

Büyülü Diğeri hayali, bir yerlerde birisinin bizi kurtaracağı umudu, hayatımızı yoluna koyacağı, bizi bu yolculuktan uzak tutacağı fantezisi de her zaman her yerdedir. The Bridges of Madison Country romanının ve filminin gördüğü ilgi, bu tehlikeli umudun bir ifadesi; bir gün arka bahçemizde bir yabancı belirecek, bizimle çılgınca sevişecek ve böylelikle ruhumuzla hasret kaldığımız bağlantıyı kurmuş olacağız.

Böyle bir fanteziye uzun süre kapılmak, çocuksu düşünceye kilitli kalmanın garantisi olacaktır. Çocuğun ebeveyne bağımlılığından miras kalmıştır bu; doğal olarak gelecekteki tüm ilişkilerinin gizli modeli haline gelir. Böylelikle güçlü ebeveyn paradigmasını Diğerine aktarırız. Her şeyden öte, bu hayal, erken dönem gündeminin bu aktarımı, ilişkiyi baltalar. Komplekslerimiz bu taze ve umut vaat eden ilişkiyi zehirlemekle kalmaz, bu büyük gizli gündemin gereğini yerine getirmediği, erişilmez beklentilerimizi karşılamadığı için diğeri karşısında öfke ve düş kırıklığı da duyarız. 

Sonunda Büyülü Diğeri diye birini bulsak bile, benliğimizin bütünlenmesine engel olacağı için, bize en büyük tehdidi o oluşturacaktır. Daha dün bilge bir danışanım bana "umuda bağımlı" olmaktan vazgeçmeyi öğrendiğini söyledi. Anlamlı bir ilişki bulmayı istemekle birlikte, Büyülü Diğeri hayalini bırakma gücünü kazanmıştı. Onun bırakışı, T. S. Eliot'un, "Umut olmaksızın bekle / Çünkü umut yanlış bir şey ummaktır" derken kastettiği idi. 

Ölümsüzlük fantezisi de Büyülü Diğeri hayali de şimdi-burada ile, bu hayatla bağlantımıza engel olurlar. Eğer tanrılar bize orta yaş ve ötesine ulaşmayı bahşetmişse, hatırı sayılır acılar görüp geçirmiş olacağımız kadar, kendimizi sorgulayıp yenileme gücünden nasibimizi almış olacağımız da kesindir. Bu kendini yenileme sadece Parnassus, Atina veya Kudüs ya da Zürih'e değil, bize en çok şey öğretecek olan kaygan kumlara da ziyareti gerektirecektir. Orta yaş ve ötesini görmüşsek, bilgeliği deneyimleme şansına sahibiz demektir. Böylesi bir bilgelik, egonun yeğleyeceği gibi her şeyin ustası olma bilgeliği değildir; ancak egonun düşleyemeyeceği kadar zengin bir bilgeliktir. "Kapısı sıkışık, yolu dardır hayata giden yolun." (Mata İncili, 7:14)

Her birimize sunulan bir yolculuk vardır. Her birimiz bireyselleşme şartının en iyi bir şekilde ifadesinden sorumluyuz. Bu işi her durumda bilinçle, günbegün yapmamız gerekmekteyse de, bir terapist eşliğinde kolaylaştırmayı da seçebiliriz. Terapist de bu ilişkiye yaralı gelir ama onun yaraları üzerinde çalışmış olduğunu ve bize bilgece eşlik edeceğini beklemeye hakkımız vardır. Kaygan kumlarda yolunu açma çabası iki taraf için de alçakgönüllü ve değerli bir deneyim olabilir. Jung şöyle yazar:

"Psikoterapinin temel amacı, danışanı mümkün olmayan bir mutluluk durumuna taşımak değil, acı karşısında sebat ve felsefi bir sabır elde etmesine yardımcı olmaktır. Yaşam, tamamlanması ve doyum vermesi için, sevinç ve keder arasında bir denge gerektirir. Ama acının tartışmasız nahoşluğu nedeniyle, insanlar insanlığın payına ne kadar korku ve keder düştüğünü düşünmemeyi yeğlerler elbette. Bu nedenle de, yeterince acı çekilmedikçe mutluluğun kendi başına zehirli olduğunu unutarak ilerlemeden ve olası en büyük mutluluktan avutucu bir biçimde söz ederler. Bir nevrozun ardında çoğu zaman danışanın katlanmaya razı olmadığı tüm doğal ve gerekli ıstıraplar gizlidir:"

Aynı ıstırabımızda, ortak bir yolculukta birleşiriz. Yolculuk bizimdir. Hatırlatır Jung:

"Kişiliğin kazanılması... yaşamın yüzünde patlayan yüksek cesaret eylemi, bireyi oluşturan her şeyin mutlak olumlanması, olabilecek en büyük kendi kaderini belirleme özgürlüğü ile birleşmiş evrensel varoluş koşullarının en başarılı uyarlamasıdır."

"Her birey, sürekli değişen ruh halleri içinde yeni bir yaşam deneyi ve yeni bir çözüm denemesi veya yeni bir uyumdur." da der Jung. Kaygan kumlardaki çalışmamız, yaşam gücünü ileriye götüren yeni uyumu yaratan şeydir.

Jung, her nevrozun "gücenmiş bir tanrı" olduğunu belirtir. Bununla söylemek istediği, arketipik bir ilkenin ihlal edildiğidir. Her kaygan kum halinde saklı görevi üstlenerek, ilahi olanı geri getirmeyi olası kılarız. Neden "ilahi" diyorum? Çünkü ruhun edimlerinin doğasında dinsellik vardır. Bağlantı, anlam ve aşkınlık peşindedir. Bu ilahi ilkeleri, dağların tepelerinde, katedrallerde değil, daha çok kaygan kumlarda keşfedebileceğimiz ise paradoksların en derinidir.

Tüm aşkın gizemiyle birlikte yaşam bir yandan da bulanık bir şey, bir lekedir. Onu hiçbir zaman bütünüyle berrak göremeyiz Asla tam yoluna koyamayız onu; asla tümüyle düzeltemeyiz, asla bitiremeyiz.

...

Yani, her şeyi hiçbir zaman bütünüyle yoluna koyamayız. Bulanık ve lekeli, aşırı hızlı, aşırı karmaşık, aşırı belirsizdir yaşam. Berraklık, amaç ve zafer yalnızca arada bir ortaya çıkar. Tıpkı şeytani olan gibi tanrısal olan da içimizde aksa da tanrı değiliz kuşkusuz. Hayatta kalabilmemiz, huzur anları yaşamamız, başkalarına incelik göstermemiz, hatta bazen kendimize bir parça hayrımızın dokunması bile mucize.

...

Son tahlilde sorunlarımızı çözmeyiz, çünkü yaşam çözülecek bir sorun değil yaşanacak bir deneyimdir. Daha derin, daha da derin anlama doğru ıstıraplardan geçmiş olmak yeter. Böylesi bir anlam zenginleştirir ve kendi kendinin ödülüdür. Ruhun kaygan kumlarından kaçınmayız ama onlara bize sunabilecekleri şeyler için değer vermeye başlayabiliriz.

Hareketsiz dururken, yine de bir yandan
Başka bir yoğunluğa
Daha ileri bir birleşmeye, daha derin paylaşmaya doğru
Karanlık soğuk ve boş ıssızlıktan geçip
Hareketimizi sürdürmeliyiz.

(T.S Eliot, The Four Quartets, p.129)"

16 Mayıs 2020 Cumartesi

"Dünkü Fırtına Çoktan Dinmiş"

İnsan şükürlerini de yazabilmeli, özgürce. Kutlamalarını kutlamalı, şükürlerine şükretmeli. Yazma (ve üretme, ve yaratma) itkisi sadece ve sadece olumsuz tınlayan enerjilerin bir neticesi değildir, öyle olmamalı. Ol(gunlaş)mak hangi enerjilerle neyi nasıl ürettiğimize ilişkin olarak da ele alınabilir. Alınabilmeli. Ben alıyorum. Artık.

Çünkü bu gece, çok şükür.

Kanlıkavak'ta uzunca bir yürüyüş sonrası dört günlük karantina için eve girdim. Bir iki youtube videosu seyrettim. Biraz çeviri yaptım. Kedileri sevdim; Yoda'yı kucakladım, Bihter'le konuştum. Gece yaz serinliği. Şortla oturuyorum. Gün otuz beş dereceydi; erken bir yaz günü bu. Bizi bekleyen kavurucu sıcakların yarattığı kaygıyı arka plana aldım, şu an kaygılanma zamanı değil. Dingin. Bu yazın ilk kayısısını yedim az önce. Lezzetli. Buse'nin trenli, vagonlu, gürültülü, kapılı ve heyecanlı rüyasını okudum. Film gibi. Bir şeyler oturmuştu hani, şimdi silkelenip yerleştiler iyice. Şimdi su daha berrak. Arzu demişti kadın ve adam da biliyordu bunu. Şimdi idrak zamanı. Sevgi. Porsuk gibi, huzurlu bir akış bu. Akıyor, beklentisiz. Bir nehir duramaz; nehirler durmaz. Nehirler akmak zorundadır. Nehir olmanın gereğidir akmak. Her şey -geçici de olsa- biraz daha yerleşti şimdi. Bunlar da geçecek, ona ne şüphe. Bir şarkı geliverdi aklıma. Belki de on yıldır dinlememiştim. 16 yaşımdan bugünüme selam verdim. Yaşamak ne tuhaf; her geçen yıl zamanda yolculuk yapabilmek daha da kolay. 32 halka oldum. 32 ne güzel sayı. Şarkıyı hazine bulmuş gibi dinledim. Sonra yeniden. Sonra yeniden... Tanıdığım ve özlediğim o duygu içimde belirip çiçeklenene kadar dinledim: Dingin

(Kahraman, sonsuz yolculuğundayken, bazen en kritik aşamasına gelince, yüzleşme esnasında ya da yüzleşmeye varmadan önce her bir canavarı alt edip engelleri aşarken ya da bazen en umutsuz olduğu o anda, dönüş yolunu bulamadığında, geçmişinden bir şeyi çıkarıverir heybesinden, cebinden, ötealemden. Bir bilgeden almıştır, bir seyyahtan, bir arkadaştan, bir ruhtan, bir Kaplumbağa'dan, bir sevgiliden, bir cadıdan ya da bir sıryutandan; bu bir tılsım, bir tohum, bir saç teli, bir sikke, bir ukulele, büyülü bir... şey. Geçmişinden bugüne uzanan kurtarıcı bir el. Yolculuğun aslında bir yazgı olduğunu ve bunu daha en başından tüm kainatın bildiğini muştulayan bir kanıt, umut tükendiğinde ya da çözüm bulunmadığında ortaya çıkar ve kahramana gücünü hatırlatır: Kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu.)

Şarkıyı yeniden dinledim. Yeniden. Yeniden...

Bir kabul hâli geliverdi. Kabul ediyorum. Olanı ve biteni, olmayanı ve bitmeyeni; hepsini kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Elimden bir şey gelmediği için değil, hayır. Elimden gelenin en iyisi bu olduğu için. Kendimle gurur duyuyorum.

Sanırım iyi ölmek dedikleri böyle bir şey.

...

Şimdi su çok berrak ve ben şükrediyorum. İyi ki... Çok şükür

Hayatımda hiç bu kadar dua etmemiştim. İki yılda üç asır dua ettim. Şimdi üç asır şükredeceğim.

Suya uzanıyorum. Avuçlarımı usulca suya daldırıyorum, hiç dalga oluşmuyor. Berraklığından tek bir şey kaybetmiyor. Bir avuç suyu yüzüme çarpıyorum. Serin. Bir avuç suyu içiyorum. Taze. 

Sanırım ben bir Ağaç'a dönüşüyorum. 

Kökler.

Köklerimi öyle derinlere gönderdim ki, ne kadar heybetli olacağımı bilerek kıkırdıyorum şimdi. 16 yaşımdan bugünüme selam yollamışım. Şimdi 48'e, şimdi 54'e, şimdi 60'a uzanıyorum. Çok şükür. İyi ki yaşıyorsun. İyi ki sensin. İyi ki sevdin. İyi ki sevdin. İyi ki sevdin. İyi ki...

Unutmamak için yazıyorum. Unutmamak için. 



Apollonia yolundaki bir Meşe, 2015
Nikon FM2, Fuji 200

Rüyalar - XVII

(27 Mart 2020 Cuma - Esk.)


(Bir kaç parçalı rüya, her biri İzmir'de geçiyor.)

Bir kişiyle Çeşme taraflarından İzmir'e dönüyoruz, kullandığımız araba çalıntı bir araç. Yakalanmadan bir yere ulaşmamız gerekiyor. Fakat yol üzerinde bir noktada polis kontrolü olduğunu biliyoruz. Arabayı şimdi ağabeyim kullanıyor (tanımadığım kişi yok oldu). Polis kontrol noktasında aracı dikkat çekecek şekilde durduruyor ağabeyim, polis de gelip kontrol ediyor bizi. Nasıl oluyorsa bu işten ceza almadan ya da çok hafif bir ceza ile kurtuluyoruz. 

...

İkinci rüyada da bir suç unsuru var (ne olduğunu bilmiyorum). Bu sefer Atatürk Mahallesi'ndeki eve geliyorum. Annem ve ağabeyim var, bir de adam var - belki de babam bu. Sessizce eve girip bir şeyler yapıp çıkacağım ama ev ahalisi uyanıyor. Kahvaltıya oturuyoruz. Annem durumun (yani suçla ilgili olan şeyin) farkında. Diğerleri bilmiyor.

...

Üçüncü rüyada İ. ile beraberiz. Meğer İzmir'de bir market işletiyorlarmış. Sanki Güzelyalı taraflarında. Bir kız İ.lerin evine görücüye gelecek. Dükkanlarına komşu olan başka bir dükkanı işleten ailenin kızı bu. Sanırım avukat. Görücüye geleceği için İ.'nin bir sürü akrabası çağrılmış; halalar, amcalar, anneanne... Diyorum ki, "kız bu kadar insan gelince utanır, fazla değil mi?" Kendimce akıl veriyorum. İ. beni dinliyor, hak da veriyor bana. Ama değişen bir şey yok. Başka bir şey anlatıyor bana; "Önceden ben bu kızın farkında değildim, yani gençken. Gözüm 21'imden sonra açıldı." 21 sayısı çok net ve vurgulu. Kız görücüye geliyor, ben dışarıdan izleyebiliyorum olayları. Ev kalabalık ama kız rahat. Kızı beğeniyorum.

Sonra kız bir süreliğine marketin yanında cep telefonu aksesuarları satılan dükkanın kasasına geçiyor ya da onu oraya koyuyorlar, sanki deneme amaçlı gibi. Rüya bitiyor.

*21 sayısının belirli bir önemi var gibi, ama üzerine çok düşünmedim bunun.


(29 Mart 2020 Pazar sabahı - Esk.)

Bölük pörçük rüyalardan parçalar. Bir zamanlar parçası olduğum bir topluluktan birisinin evinde bir kutlama varmış. Yeni yıl sanki. Ben bunu önce bir kayıttan izliyor gibiyim. Birileri video çekip sosyal medyada paylaşmış gibi. Orada C.'yi sevgilisi ile görüyorum. Net değil, kısa bir an. Bir yandan meraklanıp daha fazlasını görmek istiyorum, bir yandan da bundan acı çekeceğimi bildiğim için görmek istemiyorum.

Sanki bilinç dışım yaşadığım ikilemin farkında olarak bana daha fazlasını göstermiyor.


(31 Mart 2020  Salı - Esk.)

Yine İ. var. Bir cafe işletiyor. Ben de ona yardım ediyorum. Burası Monk'tan daha farklı bir yer. Daha küçük ve salaş. Asıl ne iş yapmam gerektiğini bir türlü bulamıyorum. Tüm arayışlarım boşa gitmiş gibi sanki. Sonra da İ.'ye kızıyorum, bana yardım etmedi diye. Cafe'yi bırakıp gitmeye karar veriyorum. Ama parasız ve çaresiz durumdayım.

...

Önceki rüyanın devamı gibi. Kırsalda bir yerde yaşayan anne, babam ve ağabeyimin yanına gelmişim. Burası Tilki Yuvası'nın arazisi değil, başka, bilmediğim bir yer. Önceki rüyadaki arayışım devam ediyor. Bir gün birileri, belki akraba (ama gerçekten tanımıyorum bu kişileri) çiftliğe misafirliğe geliyorlar. Dışarıda fırtına var. Bana S.A. Çiftliğine gidip orada çalışmamı tavsiye ediyorlar. Para da veriyorlarmış. Olabilir diyorum, hatta orada C. ile karşılaşma ihtimalim olduğunu düşünüyorum (hem bu ihtimale seviniyorum hem de kaygılanıyorum). Sonra misafirler gidiyor. Virüs getirmiş olabilirler diye ellerimi yüzümü iyice yıkıyorum. Ayrı havlular kullanmamız gerektiğini söylüyorum anneme. "O zaman herkes kendi havlusunu alsın" diyor, bu konuyla uğraşmak istemiyor. Dışarıda lodos çok kuvvetli, soba bacasına basıyor ve biraz tütüyor soba. "Söndürsek mi?" diye soruyorum, "birazdan geçer" diyorlar. Dışarıyı ve fırtınayı izliyorum.

14 Mayıs 2020 Perşembe

Rüyalar - XVI

(21 Mart 2020 Cumartesi - Esk.)

Lisede bir sorun olmuş. Dersler askıya alınıyor. Muhtemelen okulun yetersiz geldiğini anlayıp öğrenciler okulu bırakmaya karar vermişler. Ama daha iyi bir teknik de yok. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Annem geliyor ve ben size homeschooling yapayım diyor özgüvenle. Akşamına evdeyiz. Bornova'da zemin katta oturduğumuz evi andırıyor burası. Arkadaşlarım ise sanki ilköğretimdeki çocukluk arkadaşlarım gibiler. Onlar lise yaşlarında olmasına rağmen ben şu anda olduğum yaştayım. Annemin dersi için muhteşem hazırlık yaptığını zannediyorum. Fakat derse geç kalıyor. Bende bir utanç başlıyor.

Annem derse geç kaldığı için bir koşuşturma içinde, arka tarafa geçip giyinmeye geliyor. Bu arada iki arkadaşım da orada. Kimseyi önemsemeden önümüzde soyunup üstünü değiştiriyor. Bizi sallamamasından ve önümüzde çıplak kalmasından epey öfkelenmiş, çaresiz hissetmiş ve derste başımıza geleceklere dair bir önsezi edinmiştim bile. 

Annem derste "nasıl başarılı olacağımızı" anlatan uzunca bir nutka girişiyor. Konuşurken kendini kaybediyor. (Dersin belirli bir konusu yok, sınava hazırlık için her şeyi kapsıyor). Yerin dibine geçiyorum, çünkü artık yeni nesil bir eğitim sistemi olduğunu biliyorum. Annemin de bunu uygulayacağını zannetmiştim, meğer bu konuda bir şey bilmiyormuş. Kendi zamanında okulda ne öğrendiyse elinde bu var. Daha fazlası yok. Bu durumu görmek bende büyük hayal kırıklığı yaratıyor. "Başarılı olacaksınız!" diye uzunca süren nutkun sonunda derse ara vermesini istiyorum. Niyetim araya çıkıp annemi azarlamak. Çünkü öfkeliyim. Herkes yemeğe bir yerlere gidiyor, ben hızlıca güya o sokağın diğer ucunda yine zemin kat eski bir evde yaşayan annemin yanına gidiyorum. Kapıyı çalıyorum. İçeride olduğunu biliyorum. Kalkıp kapıya kadar geldiğini, sonra kapının ardında benim olduğumu anlayınca tekrar içeriye gittiğini duyuyorum. Kapıyı bana açmıyor. Öfkem devam ediyor. 

Madem köşede yemek yiyebileceğim bir yer vardı, oraya gidip yemek yiyeyim diyorum (Monk'ta çalıştığım günlerde köşedeki esnaf lokantasının neredeyse aynısı bu). Henüz yemek servisi başlamamış. Diğer seçenek arkadaşlarımın da gittiği yer. Onların yanına gideceğim mecbur. Dönerken yolda S. hocayı görüyorum (gelirken de görmüştüm). Yanında ders verdiği küçük çocuklar var. Tiyatro ve drama dersi veriyor onlara. Bir şaka yapıyorlar, onlarla beraber gülüyorum.

Arkadaşlarım büyük bir yemek salonuna oturmuşlar, yanlarına varıyorum. Yaşadığımız dersle ilgili olumsuz konuşacaklar diye tedirginim. Bu yemekhaneye geliş sürecinde öfkenin yanında bir anlayış da gelişiyor. Aslında annemin de muazzam bir hayal kırıklığına uğradığını anlıyorum. Belki de kapıyı bana açmama sebebi bu. İyi niyetiyle, ya da zorunluluk hissiyle elindekini paylaşmak istemişti aslında. Fakat paylaştığı şey geçerliliğini yitirmiş.


- Bu uzun rüyanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Psikanalitik açıklamalara girişip anne motifini ve diğer sembolleri uzun uzadıya anlatmak istemiyorum şu anda, kaldı ki haddim de değil, yeterli bilgim de yok. Fakat nicedir bilgi düzeyinde bildiğim bir gerçekliğin artık bilinç dışı, duygular ve hatta bedende çözülmeye başladığının bir göstergesi olarak yoruyorum bu rüyayı. Ebeveynlerimden bana aktarılan kimi şartlanmalar öyle boğucu ve hayatımı arzu ettiğim gibi yaşamanın önüne geçiyordu ki, bir süredir uğraştığım her şey bunların analizine, anlayışına, idrakine, kabulüne ve dönüşümüne yönelikti. Şimdi bu rüya önemli bir farkındalığı 'içeriden' sunuyor bana. Artık aradaki bilinç dışı görünmez bağ eskisi kadar güçlü değil. Annemle temsil edilen tüm (ya da önemli bir kısım) bilinç dışı içerikle bağım daha zayıf ve onları benden ayrı bir varlık olarak görebiliyor, neyi yaptıklarını ve neden yaptıklarını teslim ediyor, hatta şefkat gösterebiliyorum. Bunu söylerken kendimle gurur duyduğumu saklamayacağım; bu benim için devrim niteliğinde bir gelişim. Çok şükür.

- Önceki rüyalarla birlikte ele alındığında gelişimin seyri çok daha net görünüyor diye düşünüyorum.

- Olayın lise yıllarıyla ilişkili olup hayatımın başka bir döneminden çıkmamış olması da iyi bir ipucu ve benim çalışmalarımı doğru yolda ilerlettiğimi de gösteriyor olabilir.

...

Aynı gün ikinci bir rüya. Hem de Star Wars dünyasından:)

Ewan McGregor (yani Obi-wan) ile Anakin'in büyük halinin peşine düşmüşüz. Şehirde bir apartmana kadar iz sürüyoruz. Sonunda üst katta bir mücadele oluyor ve en son Obi-wan force pull yaparak çatıyı Anakin'in üzerine yıkıyor. Kendimi küçük Anakin ile beraber buluyorum. Meğer mücadele edip aradığımız Anakin, bu küçük olanın babasıymış. "Babamın ışın kılıcını almalıyım." diyor. Obi-wan gemisine dönerken 10 dakika zaman vermesini istiyorum. Küçük Anakin ile apartmanın son katına çıkıyoruz. Çok üzgün durumda. Onu kucaklıyorum, sarılıyorum ve "Merak etme" diyorum, "her şey yolunda." Kılıcı bulamamaktan korkuyor. Ama odaya girer girmez buluyoruz. Mor bir ışın kılıcı bu. Eline alıp çalıştırdığında ışın kılıcı sadece yarı boyuna kadar açılıyor. Anakin yine üzgün, "Tamir ettirmek zorunda kaldık," diyor. "Olsun" diyorum. "En azından bulduk, tamir ettirebiliriz."


- Bu rüyanın bende yarattığı heyecanı nasıl anlatabilirim acaba bilmiyorum. O kadar sevmeme rağmen sanırım ilk defa bir Star Wars evreni rüyası görüyorum. Dahası az önce yukarıdaki anne motifli rüyadan sonra baba motifine geçmek, her iki rüyanın da oldukça olumlu sonlanmış olması muhteşem. Rüyadaki sembollerin çok karmaşık olmadığını düşünüyorum, bu nedenle yorumlamayacağım. Baba motifi ise, henüz açıklamaya girişmek konusunda temkinli olduğum bir alan. Zamanı gelecek.


Mor ışın kılıcı Star Wars evreninde sadece tek bir kişide bulunuyordu. Bunun sebebi de rolü oynayan Samuel L. Jackson'ın kendisine rol teklif edilince böyle bir istisna istemiş olması. Sembolik olarak hem mor renk üzerinden, hem de bilge bir karaktere has özel bir nesne olması üzerinden yorumluyorum bunu.



(22 Mart 2020 Pazar - Esk.)

Kuvvetli ve ağır bir atmosfer. Annem ölmüş. Zannettiğimden daha fazla üzülüyorum. Ağabeyim çok daha fazla üzülmüş. Muhtemelen o ilgilenemeyecek durumda olduğu için cenaze süreçlerini nasıl halledebileceğimi düşünüyorum.

Önceki rüyalardan sonra açıkçası şaşırtmayan bir rüya. Açık. 

12 Mayıs 2020 Salı

Rüyalar - XV

(13 Mart 2020 Cuma - Eskişehir)

Dansa gidiyoruz. Bir terslik var. Bir ofise alıyorlar bizi. Meğer birilerinin dansı bırakmasına karar vermişler, bunu açıklayacaklar. Hocamız B. tek tek söylüyor. İkinci sırada benim adımı sayıyor. Diğer isimler N., E., A.*, belki birileri daha var ama ben bu üçünü hatırlayabiliyorum. Dansı bırakması söylenen bir kaç kişi ortalıkta bile değiller, gelmemişler. Sıkışık hissediyorum (Adeta eski sevgilinin terk etmesi gibi bir sıkışıklık hissi, şok ve çaresizlik... Şüphesiz bu iki konu arasında duygusal dünyamda bir bağlantı var). İtiraz ediyorum. Bizi sınayıp sınamadıklarını soruyorum. Çünkü biz emek veren aktif dansçılarız, bunu söylüyorum. Meğer ne kadar aktif olduğumuzla bir ilgisi yokmuş. "Tarzınızla ilgili" diyor B.. Bizim dans tarzımız diğerlerini de kötü etkiliyormuş. "Özellikle filanca ekolden gelenlerin hiçbirisini istemiyorum." diyor. Sonra bu insanların dansa kattığı zenginlik ve çeşitlilikle alakalı uzun bir nutuk çekmeye girişiyorum. B. ikna olabilir gibi duruyor. Bir ara bizim istekliliğimizi test ettiğinden emin gibi oluyorum. Öyle ki, 'ben bir yere gitmiyorum' diye bir moda bürünüyorum. Kalıp savunacağım, hem kendimi hem diğerlerini...

- Bir takım detaylar: B.'nin bir asistanı var gibi. Muğlak. Tanımadığım birisi ya da İstanbul'dan şu partiye gelen ve hiç hazzetmediğim burnu havada görünen eğitmen de olabilir. Ona benziyor. Onu ikna edebilirim gibi geliyor. Pasif. Ama zaten ipler onun elinde de değil. Asıl B.'yi ikna etmem gerek. 

*Burada beni de dahil edince bir dörtlü oluşuyor. Bunlardan ikisi kadın ikisi erkek. Bunu biraz zorlama ile bir mandalaya benzetmek istiyorum ama yeterli done yok. 

-B. bir kadın olduğu için konu yine anima ile alakalı. Asistan bir erkek ama yetkisi yok. Sanki animam hâlâ bendeki bir şeyleri onaylamıyor, benim başka türlü davranmamı istiyor gibi. Rüya dizisine bir bütün olarak bakmadıkça bunların anlamlarını çözmek çok zor.
-Ya da aslında yaşadığım ayrılığın berrak bir açıklaması olarak okumak da mümkün. Ama bilincimde açıklayabildiğim şeyi neden bilinç dışım yeniden önüme sürüyor? Bu kadar açık anlamlar yeterli gelmiyor bana ve daha derinine bakmaktan kendimi alamıyorum.

...

Aynı sabah, ikinci rüya. Sembozlizmi oldukça açık olduğu için buraya yazmaya çekiniyorum. Yine C. ile alakalı ve içimin yine bolca sıkıştığı bir rüya. Önceki rüya ile ilişkilendirmek mümkün.


(14 Mart 2020 Cumartesi - Eskişehir)

Bir dizide oynuyormuşum, B. ile. O baş rolü oynayan esas kız, ben ise yan roldeki esas oğlanı oynuyorum. Güya arkadaşız. Ama dizide rol icabı aramızda bir şeyler oluyor ya da olacak. Senaryo böyle. Bir yatak odası sahnesi çekilecek. Ya da biz bir sebepten bir yatak odasındayız. Hangisi emin değilim. Fakat gayet doğal bir şekilde sevişiyoruz. Düşünmeksizin, ikimiz de istiyoruz bunu. B.'nin sevgilisi C.'de oralardaymış. Hiçbir duygu hissetmiyorum, suçluluk hissetmiyorum. Sadece bir şeylerin yanlış olduğunu biliyorum. Duygusuz. Sadece biliyorum. Böyle olmamalıydı. Peki şimdi ne olacak? Bunu da bilmiyorum.

(Bir yandan artık C.'yi görmek istemiyorum rüyalarımda, dolayısıyla artık bilinç dışım sanki bana oyunlar oynuyor gibi. Onu benzettiğim başka kadınlarla yeni kurgular yaşıyor gibiyim -B. C.'ye çok benzeyen bir kadın. En nihayetinde rüyalarımdaki insanlar bendeki bir duygunun ya da bilinç dışımda bulunan bir bilginin temsilleriyse eğer -öyle olduğunu sanıyorum- o zaman kişinin kim olduğu değil burada önemli olan, duygunun aynı duygu olması. Dolayısıyla soru şuna dönüşüyor: Bu duygu bana ne anlatmaya çalışıyor?)


(15 Mart 2020 Pazar - Eskişehir)

İki rüya:

- Kocaman bir sınıftayım. Büyük bir salon gibi, ama aynı zamanda bu bir trenin vagonuymuş. Önden sigara kokuları geliyor. Nereden geldiğini bulup önlem almaya çalışıyorum. Kendime destek olacak birilerini arıyorum.

- Askeri lisedeyim ya da Harp Okulu. Kendime yapacak bir şey bulamazsam piyade sınıfını seçeyim bari diyorum. Bu durum beni çok sıkıştırıyor. Bir yerde N.'yi görüyorum. Okula sırf birileri istedi diye ot sokmuş. Ayak bileğine gizlemiş. Kapıda yakalanmasına rağmen yine de geçirmeyi başarmış.*

*Lise ve sonrasına dair pek rüya görmedim yıllarca. Bir süredir buralardan bir bağlam yakalamış olabilirim. O dönemlerden çözülecek bir şeyler yüzeyleniyor diye umuyorum. Inner child çalışmalarımı genellikle çocukluğuma yaptığım uzun bir dönemi arkada bıraktım. Sonrasında ergenliğimi çalışmaya başlayınca orada da bir çok sıkışmış duygu ve enerji keşfettim. Şimdi bu rüya epey önemli gibi geldi.


(18 Mart 2020 Çarşamba - Eskişehir)

Bir çeşit frizbi, biraz daha büyükçe belki, bunun üzerine çıkıp yerden havalanıyorum. Bu bir oyuncakmış ama ben taşıt olarak kullanabildiğimi keşfediyorum. Upuzun bir caddeyi (muhtemelen Bornova'daki Mustafa Kemal Caddesi'ni) boydan boya aşıyorum. Merkeze vardığımda İ. ve B.'yi görüyorum. Yanlarında onların başka arkadaşları da var, beni görüyorlar frizbi ile yolculuk yaparken. O sırada telefonlarını çıkarmış bir şeyleri çekiyorlar ve tesadüfen beni de videoya kayıt ediyorlar böylece. Kaydı izleyip çok gülüyoruz. Dönüşte de bu sefer başka arkadaşlara (B. ve E.?) rastlıyorum. Uçmak o kadar keyifli ve muhteşem ki, heyecandan kalbim atarak uyanıyorum.

*Bir zamanlar sevgili A. bana uçan halıya binen bir masal kahramanı olduğumu söylerdi. Rüyanın yarattığı ilk çağrışım bu oldu.


The Flying Carpet - Viktor Vasnetsov, 1880


(19 Mart 2020 Perşembe - Eskişehir)

Köpek dişim sallanıyor ve kendim çıkarmalı mıyım yoksa düşsün diye beklemeli miyim diye kararsızlık yaşıyorum.

*Bir kaç ay önce dişlerimin döküldüğü başka bir rüya görmüştüm. Dişler köklerle (ve aile ile) ilişkilendirilir klasik sembolizmde. Dişlerin dökülmesi de yaygın bir rüya motifidir. Her zamanki gibi, ne anlattığından emin olmak için uzun bir rüya dizisini incelemek daha sağlıklı. 

10 Mayıs 2020 Pazar

Rüyalar - XIV

(5 Mart 2020 Perşembe - Eskişehir)

Yine C.'yi gördüm.Yaşadığım yere gelecekti. Şehrin dışında, etrafta bataklıkların olduğu bir yerde, hemen yanı başındaki bir sitede yaşıyorum. Telefonlaşıyoruz, gelirken aç olduğunu söylüyor. Ben de evde yiyecek bir şey olmadığı için gelirken bir şeyler almasını söylüyorum. Ben de yiyeceğim (Bu arada aç kaldığında nasıl da sinirlenebildiğini hatırlıyorum). Kokoreç alması konusunda anlaşıyoruz...


Buraya kokoreç fotoğrafı yerine bataklık resmi koymak tabii ki daha mantıklı:)
Görsel kaynak

Bir önceki ya da bir sonraki rüya.

Okuldayım. Üniversite galiba. Kendi okullarımdan epey farklı. Alacağım derslerin zamanlarını ayarlamaya çalışıyorum. Sevdiğim bir öğretmen varmış (erkek). Tarih ya da İngilizce öğretmeni sanırım. Onun saatlerini bir türlü tutturamıyorum. Tek uygun gün öğretmenin bütün derslerini arka arkaya 8-9 saat almam gerekiyor. Böyle mi yapsam diye düşünüyorum. Çünkü bu sefer de sıkılabilirim...


(7 Mart 2020 Cumartesi - Eksişehir)

Saçımı boyatmak istiyordum. Bir arkadaşımla (kim olduğunu hatırlamıyorum) bir kadın kuaförüne gidiyoruz. Kadın kuaförü seçiyoruz çünkü erkek berberlerinde ya saç boyanmıyor ya da kötü boyanır diye düşünüyorum. Açık kahve tonlarında bir renk seçiyorum. Güya bu renk beni on yaş gençleştirecekmiş. Arkadaşım saçımı boyama başlıyor. Sonra boyanın içeriğini merak ediyorum ve oradaki kuaför çocuğa soruyorum. Çocuk bocalıyor, kem küm ediyor, sonra anlıyoruz ki meğer boya doğal değilmiş ve içinde zehirli maddeler varmış. Boyamaktan vazgeçip temizlemeye çalışıyoruz saçı. Sonrasında doğal bir boya getiriyor çocuk fakat devamı yok. Uyandım.

(Bu rüyadan önce, ki birçok rüyamda olduğu gibi, yine bir eski sevgiliyi görüyorum, bu sefer B. Ancak hatırlamıyorum rüyayı)


(9 Mart 2020 Pazartesi - Esk.)

Annem ve yanında bir arkadaşı (H. teyze muhtemelen). Kimliği karanlık birilerince zor bir duruma sürüklenmişler. Bunlar bir pasajın üst katındaki bir dükkanda çalışan mafya kılıklı adamlar. O adamlarla nasıl mücadele edeceklerini düşünüyorlar. O kadar güçlülermiş ki, polisler bile onların yanındaymış. Bu nedenle şikayet edemiyorlar. Bunları konuşurken bir arabada yol alıyoruz, ben sağ önde oturuyorum. Araba takibi olan bir kovalamaca gerçekleşiyor. Çeşitli maceralar... Sonrasında başka bir rüya.

Ağabeyimle bir alışveriş merkezindeyiz. Mesai bitiyor. Çalışanlar üstlerini değiştirmeye başlıyorlar. Erkek bir çalışanın tuhaf memeleri olduğunu fark ediyoruz. Bu sırada C. yanıma gelmiş. Hâlâ aramızda hafif bir gerginlik var. "Nasılsın?" diye soruyorum ve öylesine değil, gerçekten de nasıl olduğunu merak ederek soruyorum bunu. O da bu merakımı ve samimiyetimi fark ediyor. Aramızdaki gerginlik yatışmaya başlıyor. Cevap veriyor soruma. Yine de çok konuşmuyor. Sonra o da adamın tuhaf memelerini fark ediyor ve "nasıl memeler bunlar?" gibi kendi kendine bir yorum yapıyor. "Sen az önce cinsiyetçi bir şey mi söyledin?" diye ona takılıyorum. Gülüyoruz. Şimdi aramızdaki buzlar tamamen eridi.Uyanıyorum...


(11 Mart 2020 Çarşamba - Esk.)

Yine C.'yi görüyorum; bir başkası ile beraber. Neden benimle değil de bir başkasıyla beraber diye düşüncelere ve kıyaslamalara girişiyorum.


(12 Mart 2020 Perşembe - Esk.)

Annem, babam ve ağabeyim büyük bir telefoncuya gitmişiz. Arabayı dışarıya park ediyoruz. İçeriyi geziyoruz. Çıkarken yerde iki yeni cihaz buluyorum; birisi telefon, birisi büyük bir tablet. Ve bunlardan birini alıyorum. Ya da çalıyorum, çünkü almamam gerektiğini düşünüyorum. Diğerini de ağabeyim (ç)alıyor.

Annem ve babam telefonu aldığımızdan haberdar, ancak tableti bilmiyorlar. Telefonu satmak için bir yere gidiyoruz. Bir ara yolda peşimize bir araba takılıyor. Bir sorun var. Dört tane adam beni çağırıyor. Gidiyorum. Tableti çaldığım için gelmişler. İçlerinden birisi beni tehdit ediyor, "Bize yamuk yapılmaz," gibi bir şeyler geveliyor. Şakalaşır gibi bana doğru bir hamle yapıyor, sanki elinde bıçak varmış gibi, ben refleksle çekiliyorum. Gülüp eğleniyorlar. Canımı yakacaklar. Köşeye sıkışmış hissediyorum. Arabanın çakmağını alıyorum ve içlerinden birisinin suratına basıyorum. Birisi bıçak çekiyor, onu kolundan tutup bir başkasına saplıyorum. Yaşanan arbededen sağlam ve muzaffer çıkıyorum. Bu dördünü alıp bizimkilere götürüyorum. Bağlıyoruz hepsini bir yere. Onların üstündeki telefonlara da el koyuyorum. Niyetim onları da satmak. O sırada birisinin Iphone'u çalıyor. Açıyorum. Bu o ilk adamın telefonuymuş, onu taklit ederek konuşuyorum. Bu dörtlüyü bir yere çağırıyorlar, ben de "Tamam geliyoruz" deyip kapatıyorum. Tedirgin uyandım.

...

Bundan önce muğlak bir rüya daha var. İlkokul arkadaşım (ve ilk aşkım) D.'yi görüyorum. Kocaman bir evdeyim ve D. bir arkadaşı ile beraber sabah bu eve geliyor. Üstteki rüya gibi alengirli ve karanlık olaylar yaşanıyor. Anımsamıyorum.


9 Mayıs 2020 Cumartesi

İkiliğe Giriş'e Giriş

Zorlu bir işe kalkıştım. Düalite / dikotomi üzerine düşüncelerimi yazayım dedim. Kafamda oradan oraya uçuşan fikirlerden, birbirinden kopuk cümle parçlarından, onları bağlamak için ortaya her attığım cümlenin yeni bir ikilik yaratmasından dolayı -hayır pes etmedim- bunun biraz daha zaman alacağını sanıyorum. Kaldı ki, esaslı bir anlayışım var, yabana atmak da istemiyorum. Sarkaç gibi, ya da diyalektik gibi... Hayır, bu cephede yeni bir şey yok, güneşin altında söylenmeyen bir şey de kalmadı, yani evvelden söylenenleri yineleyeceğim; pekâlâ bunun da farkındayım. 

Şimdilik keyifle çevirisini yaptığım şu alıntıyı buraya iliştireceğim. İkilik konusuna giriş mahiyetinde olsun:

“Bizi korkusuz yapan şeyin korkuyu araştırmak olması kusursuz bir ironi değil mi? Tıpkı bize sevmeyi öğretenin öfkeyi keşfetmek ve bize bilgelik getirenin de cehaleti araştırmak olması gibi. Sevmeyi, onun yokluğunda nasıl hissettiğimizi araştırarak öğreniyoruz. İyi kalpli olmayı, şefkatsizliğin aklı ve bedeni nasıl şartlandırdığını inceleyerek öğreniyoruz.” – Stephen ve Ondrea Levine

...

Bir de bonus. Konu ile alakası yokmuş gibi görünebilir. Ancak kafamda bunlar arasında sağlam bir bağlantı var. Anlatmayı becerebilirim umarım. Nihan Kaya'nın Yatay ve Dikey kavramlarını açıkladığı videosu. İyi seyirler.


Görsel kaynak

2 Mayıs 2020 Cumartesi

Bir Milyon Hayat Yaşayan Kedi



Bir Milyon Hayat Yaşayan Kedi
Bir Yoko Sano masalı





Bir zamanlar, bir milyon hayat yaşamış bir kedi vardı.
Bir milyon kere öldü ve bir milyon kere yaşadı.
Kaplan gibi çizgileri olan, müthiş tekir bir kediydi.
Bir milyon insan onu sevdi,
ve bir milyon insan, o öldüğünde ağladı.
Ama kedi bir kez olsun ağlamadı.




Bir keresinde kedi, bir krala aitti.
Kedi kraldan nefret ediyordu.
Kral savaşmakta ustaydı, bu nedenle hep savaşlara giderdi.
Giderken kediyi şaşaalı bir kafese koyar, yanında götürürdü.
Bir gün, serseri bir ok kediye isabet etti ve kedi öldü.
Savaşın ortasında kral kediyi ellerine aldı ve ağladı.
Kral savaşı terk edip kalesine, evine döndü.
Sonra kediyi kalesinin bahçesine gömdü.




Bir keresinde kedi, bir denizciye aitti.
Kedi denizden nefret ediyordu.
Denizci kediyi dünyanın tüm denizleri ve limanları boyunca yanında gezdirdi.
Bir gün, kedi gemiden denize düştü.
Kedi yüzme bilmiyordu.
Denizci çarçabuk bir ağ ile yakaladı kediyi ve onu gemiye çekti.
Ama kedi sırılsıklam olup ölmüştü.
Denizci, artık ıslak bir paçavraya dönen kediye sarıldı,
ve hüngür hüngür ağladı.
Sonra kediyi uzak bir kıyı-şehrinin meydanında bir ağacın altına gömdü.




Bir keresinde kedi, bir sirk sihirbazına aitti.
Kedi sirkten nefret ediyordu.
Her gün, sihirbaz kediyi küçük bir kutuya koyuyor,
ve sonra kutuyu testereyle ikiye bölüyordu.
Sonra kediyi sapasağlam olarak kutudan çıkarınca,
seyirciler alkışlayıp, neşeleniyordu.
Bir gün, sihirbaz bir hata yaptı ve kediyi de ikiye böldü.
Sihirbaz kedinin iki parçasını aldı, her biri bir elinde sallanıyordu,
ve hüngür hüngür ağladı.
Kimse alkışlamadı ve kimse neşelenmedi.
Sonra sihirbaz kediyi sirk çadırının arkasına gömdü.




Bir keresinde kedi, bir hırsızın kedisiydi.
Kedi hırsızlıktan fazlasıyla nefret ediyordu.
Hırsız geceleri şehre giderken kediyi de yanında götürüyordu hep,
tıpkı bir kedi gibi, karanlık arka sokaklardan sıvışıyordu.
Hırsız sadece köpeği olan evleri soyuyordu.
Köpekler kediye havlarken, o da güvenle eve giriyordu.
Bir gün, kedi bir köpek tarafından ısırıldı, ve öldü.
Hırsız kediyi ve çaldığı bir elması da kucaklayarak arka sokaklardan yürürken,
hüngür hüngür ağladı.
Sonra evine gitti ve kediyi küçük avlusuna gömdü.




Bir keresinde, kedi yaşlı ve yalnız bir dulun kedisiydi.
Kedi yaşlı ve yalnız duldan gerçekten nefret ediyordu.
Dul, her gün kediyi dizlerinin üzerine oturtup,
küçük penceresinden dışarıyı izliyordu.
Kedi tüm gün dulun dizleri üzerinde yatıyor, kestiriyordu.
Zamanla, kedi yaşlandı, ve öldü.
Kocamış yaşlı dul, kocamış yaşlı kediyi kucakladı,
ve tüm gün ağladı.
Sonra kediyi bahçesindeki yaşlı bir ağacın altına gömdü.




Bir keresinde, kedi küçük bir kızın kedisiydi.
Kedi çocuklardan gerçekten nefret ediyordu.
Küçük kız, ya kediyi sırtına alıyor,
ya da kediye sıkıca sarılarak uyuyordu.
Kız ağladığında, gözyaşlarını kedinin üzerine siliyordu.
Bir gün küçük kız, yine kediyi sırtına aldı,
boynuna da bir kuşak sarmıştı ve kedi boğulup öldü.
Küçük kız, boynu sarkık kediyi kucakladı,
ve tüm gün ağladı.
Sonra kediyi bahçesindeki bir ağacın altına gömdü.




Kedi, ölmeyi hiç önemsemedi.




Bir keresinde, kedi hiç kimsenin kedisi değildi.
Bir sokak kedisiydi.
Hayatında ilk defa, kedi, kendisine aitti.
Kedi kendisini gerçekten çok ama çok seviyordu.
Biliyorsunuz, o müthiş tekir bir kediydi,
Şimdi de müthiş bir sokak kedisi oldu.




Tüm dişi kediler onun eşi olmak istediler.
Kimi ona hediye olarak büyük balıklar getirdi.
Kimi ona hediye olarak en iyi fareleri getirdi.
Kimi ona hediye olarak kedi nanesi getirdi.
Kimi ise, onun mükemmel bir kaplanınki gibi tüylerini yaladı.
Kedi şöyle dedi: “Ben bir milyon defa öldüm. Bunca zaman sonra, bunlar ne kadar da anlamsız şeylermiş!”
Kedi kendisini hiç kimsenin sevmediği kadar çok sevdi.




Ona yüz vermeyen tek bir dişi kedi vardı.
Bu çok güzel beyaz bir kediydi.
Kedi, beyaz kedinin yanına gitti ve dedi ki: “Ben bir milyon defa öldüm!”
“Öyle mi.” dedi beyaz kedi sadece.
Kedi buna biraz sinirlendi, çünkü biliyorsunuz, kendisini herkesten daha çok seviyordu.
Ertesi gün ve sonraki gün kedi, beyaz kedinin yanına gidip:
“Sen henüz tek bir yaşamını bile tüketmiş değilsin.” dedi.
“Öyle mi.” dedi beyaz kedi sadece.




Bir gün kedi, beyaz kedinin karşısında durdu
ve tek hamlede üç parende attı.
Sonra dedi ki: “Bir keresinde, ben bir sirk kedisiydim.”
“Öyle mi.” dedi beyaz kedi sadece.
Kedi “Biliyorsun, ben bir milyon defa öl...” diye başlamıştı ki, değiştirip beyaz kediye:
“Yanında dursam senin için sorun olur mu?” diye sordu.
“Hayır” dedi beyaz kedi.
O günden sonra kedi, hep beyaz kedinin yanında durdu.




Beyaz kedinin birçok ama birçok küçük kedi yavrusu oldu.
Kedi bir daha “Ben bir milyon defa...” demedi.
Beyaz kediyi ve onun tüm yavrularını kendisini sevdiğinden daha da çok sevdi.




Zamanla, tüm yavru kediler büyüdü,
ve kendi yollarına gittiler.
“Hepsi de muhteşem kediler oldular, değil mi?”
dedi kedi, memnuniyetle.
“Evet.” diye mırıldadı beyaz kedi yavaşça.
Beyaz kedi biraz yaşlandı.
Kedi ise daha yavaşça mırıldanıyordu artık.
Ve beyaz kediyle daima birlikte yaşamak istiyordu.




Bir gün beyaz kedi, kedinin yanında uzandı, sessizce ve artık kıpırdamaksızın.
Kedi hayatında ilk defa ağladı,
tüm gün ve tüm gece boyunca.
Sonraki tüm günler ve tüm geceler boyunca, milyon ve milyonlarca gözyaşı döktü.
Günlerce ve gecelerce, kedi ağladı,
ta ki bir gün, güneş tepede ışıldarken, ağlamayı durdurdu.
Beyaz kedinin yanına uzandı, sakince ve artık kıpırdamaksızın.




Kedi bir daha hayata gelmedi.



Sano Yoko
1977




(Daha önce Yukari'den duyduğum bu çocuk öyküsünü/şiirini 2010 Eylül'ünde çevirip eski blog'umda paylaşmışım. Şimdi çeviriyi güncelleyip eksik görselleri ekleyerek yeniden paylaşmak istedim.)
Yararlandığım İngilizce kaynaklar; 1. kaynak 2. kaynak ve 3. kaynak