Nerede kalmıştık?
Önceki yazımı yazalı yedi ay oldu.
Ben hâlâ yaşıyorum.
Ve hâlâ işsizim.
…
Geçenlerde Che’nin Che olmadan evvel yaptığı geziyi anlatan
Motosiklet Günlüğü’nü izledim, ve de çok etkilendim filmden ve özellikle de
müziklerinden… Size filmi anlatmayacağım, sadece yolculuk-severlere
izlemelerini tavsiye edip geçiyorum bu konuyu. Bu yazıyı yazarken sürekli şu parçayı dinledim. Siz de okumaya devam ederken dinleyebilirsiniz.
…
Beyaz-yakalı hayatımın boka
sarmasının temel nedenlerini bulduğumu sanıyorum. Bunları bulmak belki çok
önemli görünmeyebilir, sonuçta kurtardım(?)
kendimi. Ama geçtiğimiz Kış ayları boyunca parasızlık ve işsizlik beni
psikolojik olarak yıprattı. Yeniden iş aramanın eşiğine bile geldim. Fakat her
yeni-iş-arayışımda karşılaştığım tek bir gerçek oldu: İş istemiyorum (Ya da
daha gündelik ifadesiyle, sevmediğim bir işte çalışmak istemiyorum). Ama ben abartarak
(Uzak) dile getireceğim: “iş kelimesini dağarcığımdan tamamen çıkartabilmek
istiyorum.” Öte yandan, gerçekçi de olmalıyım (Yakın); “muhtemelen bu mümkün değil.”
Tekrar ve tekrar bununla yüzleşmek, sık sık başa dönüp hislerimi sorgulamak çok
yorucu oldu. Bu kısır döngüden çıkabilmek (Uzakyakın diyalektiği) için ben de
emin olmak istedim. Eğer, diyorum kendi kendime, bunun sebeplerini derli toplu
ortaya koyar ve sürekli kendime anımsatmayı başarabilirsem, o zaman kararlı ve
sürdürülebilir davranabilirim. Böylece sıralamaya başladım:
1) Elbette birinci sebep
beyaz-yakalı hayatın boktan olması, bu çok aşikâr. Kendimi, kendi gerçekliğimi,
özümden gelen, doğal olan benliğimi -ki her insanınki özgündür- ifade etmeye
yer bulamadım. (Örneğin en detaysız haliyle ifade edersem: ben bir Ateş’im
fakat benden beklenen bir Toprak olmam idi).
Bir işletmenin fonkisyonları
belli. Bu fonksiyonları yerine getirmem için işe alınıp maaş verilen benden
beklenenler de üç aşağı beş yukarı
tanımlanmış. Dolaysıyla, sonsuz özgünlüğe sahip olan ben’in, tanımlanmış ve
sınırlandırılmış kıstaslar altında çalıştırılması istenince uyumsuzluk kaçınılmaz
olarak hortluyor. Boktanlık burada kalmıyor. Kişinin tatmin olması için sunulanlar
da belli; a) beraberinde miktarıyla doğru orantılı bir hayat standardı getiren para ve b) hiçbir işe yaramadığını
düşündüğüm statü.
Hayat standardı; afili laf, ama sıkıntısı yine kelimelerde gizli: Hayatı
bir standart’a indirgiyor. İstemediği
halde çalışmaya devam eden umutsuz arkadaşlarımın sıkıntısını paylaşıyorum. Şimdilik
iyi tarafından bakın: “Maaş güvencesi; hayatını standart yaşamak isteyenler
için kaçırılmayacak fırsat!”
Modern insan-kaynakları-birimleri
sırasıyla bu ikisinin (önce paranın, sonra statünün) çalışan mutluluğuna yetmediğini
öğrendiği için, ve eğer iyi bir corporate’ta
da çalışıyorsanız, üçüncü bir başlık altında uyduruk etkinlikler yapmaya
çalışıyor, pek tabii doğal olarak. Kurumsal şirketin fotoğraf kulüpleri,
bowling turnuvaları, gezileri ve bir tomar başka şey, bu sebepten dolayı var. Ben
bu çabaları kesinlikle takdire şayan buluyorum, fakat bana yeterli gelmiyor.
2) Yine de kurumsal hayatın
boktan olması, şu kaçma isteğimin gizini açıklamaya tek başına yeterli gelmiyor.
Bu isteği güçlendiren başka etmenler var. Mesela İnci, bana kızarken bunlardan
birisini açık etti. Diyor ki, “bok vardı da hayatıma Couchsurfing’i* soktun”.
Yani diyor ki, farkındalık,
insanı mutsuz ede(bili)r. Ateş gibi. Başa çıkması zor.
Yani diyor ki, bizi bu gezginler,
okuduğumuz bu blog’lar, bu filmler, bu kitaplar, bu alternatif meraklısı uyumsuz
tipler mahvetti.
Hayat standardını sağladığım zamanlarda, başka bir dünyanın mümkün
olduğunu görünce kalbim sıkışıyordu, çünkü hayatımdaki kontrast (Uzak’lık ve
Yakın’lık arasındaki mesafe) artıyordu. Bir yanda otostopla dünyayı dolaşan
gezgini evinize konuk edip (Uzak), ertesi sabah hava henüz karanlıkken uyanıp işe
gitmek için yola koyulduğumda (Yakın), mutsuz oluyordum, haklıydım.
3) Bir çeşit güvence hissetmesem
(“ben aç kalmam, açıkta kalmam”), bu kadar rahat davranıp işi bırakamazdım. İsterseniz
buna ekonomik güvence deyin ama tam olarak öyle değil. Eğer bu güvence varsa,
insanın cesur davranması daha kolay oluyor diyebiliriz (Gerçi diğer bakış açısı
da aynı oranda desteklenebilir: Eğer kaybedecek bir şeyin kalmamışsa, her şeyi bırakmak
daha kolaydır, diyebiliriz. Fakat ben bu gruptan değilim, ve bu duruma uyan
birileriyle henüz tanışmadım).
Annemin sık sık yüzüme vurduğu
gibi, bir süredir başkalarının kaynaklarını kullanarak yaşıyorum. Otostop
yaptığımda başkasının benzinini, bir eve misafir olduğumda başkasının
yemeklerini tüketiyorum. Zorda kaldığımda ailemden para alıyorum ve zaman zaman
kitlesel fonlamaya başvuruyorum (Crowdfunding).
Aslında beyaz-yakalı hayata hoşça kal
demenin kolaylaştırıcısı olan bu madde, yokluğu durumunda en büyük engele
dönüşebiliyor. Bu konu oldukça uzunca ve çetrefilli. Sonra değineceğim.
Bu maddelerin devamını da aklıma
geldikçe paylaşmaya devam edeceğim.
…
Efendim, intermission, bir
operada, konserde, tiyatroda ya da bir filmdeki** aralara verilen isimmiş. Yedi
ay boyunca girdiğim Kış Uykusu’nda bunun bir nihayet mi yoksa ara mı olduğuna
karar veremiyordum. Sonunda intermission’ın ne olduğunu anlamaya çalışırken
başka bir kelime ile karşılaştım: Interlude.
Interlüd, yine büyük bir tiyatro
eserinde ara verilince oynanan kısa tiyatro oyunu, müzikler arasında çalan kısa
müzik gibi anlama sahip bir terim.
Bu yedi ay zaman zaman intermission,
zaman zaman interlüd oldu.
Emre’ye Cihangir’de çay içerken
sordum: "Akışta olmak bizi yoldan çıkarıyorsa, bu yine de akış mıdır? Eğer
yolda olmak değil de, evde oturmak istiyorsam, bu yanlış mı?"
Bunun cevabı ya gelecek Kış
ayında gelecek ya da hiç gelmeyecek. Çünkü geçtiğimiz Kış boyunca ara ara
defolup gitmek istedim. Hatta son zamanlarda biraz kızgındım herhalde, uzun
geçen Kış aylarına mı kızdım, kendimi İstanbul’a kapatmaya mı kızdım, yapmak
istediklerimden uzaklaştığımı fark edip mi kızdım, her neyse, defolup gitmek
bile yetmiyor artık, sıcak mevsimlerin yaklaşmasıyla siktirolup yola çıkmak istiyorum. Bu arada ağzım mı bozulmuş benim?
Gelecek hafta, uzun
yıllardır aklımda olan, fakat yapamadığım Likya-yürüyüşüne çıkacağım, eğer
beklenmedik bir aksilik de olmazsa.
İtiraf ediyorum; beni bu gezgin blogları mahvetti, beni bu
gezgin filmler mahvetti.
*Couchsurfing: Kanepe sörfü. Gezgin insanların birbirini
ağırlaması için kurulmuş bir sosyal ağ. Sadece bir gezginin kalma ihtiyacını
karşılamakla kalmıyor, farklı kültürleri paylaşmaya, ve böylece insanın
dünyasını zenginleştirmeye yarıyor.
**Intermission: İlk kez Kubrick’in 2001: A Space Odyssey
filminde görmüştüm.
Beni de bugün bu blog mahvetti!
YanıtlaSilAh demeyin öyle :) Bu hisler hayatlarımızdaki müthiş dönüşümlerin başlangıcı olacak hep
Sil