29 Haziran 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu

Önceki yazı ile başlayan maceranın güncesi:

Gün 1:

Yol boyu yazacaklarımı düşünmekten, An'a odaklanamadım. An'a odaklanmayan insanı neylesin Tilki? O'nu gördüğüm Çınarın altına oturdum ve O'nu düşünmemeye çalıştım: Meditasyon... Tilki bugün gelmeyecek, biliyorum. Kendimi eğitmem gerek. Çalışacağım. Ve nefes. Bir süre Om'ladım (ses çıkarma cesaretini veren Merve sağolsun) titreşimler işimi kolayladı. Yine de An'ı yakalayıp kaybediyorum. İlk gün için fena sayılmaz.

Dönerken attığım adımların farkındalığı ile yürüdüm. Sesleri dinleyip kokuları ayırt etmeye çalıştım. Bir ara kafamı kaldırıp baktım -çünkü Yıldızlar yerinde duruyorlar mı diye sık sık bakarım- sadece Jüpiter'i görebildim, henüz yeterince kararmadı hava. Yine de sivrisinek saldırıları için yeterince erken. Daha da erken gelmeliyim...

Bir Tilki'yle dost olabilmek için önce kalbini açmalı insan.

Tilki ile dost olmak

Gün 2:

Bugün tuhaf bir özgüven ile yürüdüm. Tilki ile karşılaşmak değildi asıl mesele, ama içimde bir yerde O'nu bugün tekrar göreceğimi biliyordum sanki.

Ve daha Çınar'a varmadan gördüm O'nu. Yolumun üzerindeydi, dallara basıp da çıkardığım çıtırtılardan ürküp arkasında bakmadan minik tepeye tırmandı ve çalılara daldı. Ben de sessizce arkasından baktım. Hemen ardından Zaman ve Uzay'ı bükmeye başladım zihnimde. Hatıralar aktı: Bu bir Tilki'yi ürküttüğüm ilk an değil.

Önce üzgündüm, sessizce gelmediğim için. Ancak bu bir öğrenme An'ı. Eğer bir Tilki ile dost olmak istiyorsa insan, O'nun ihtiyaçlarını iyi anlamalı. Sükunet ve anlayış, ilk adım olabilir. Tilki'ye dair yaptığım bu ilk gözlem, iyi bir başlangıç noktası olabilir. Ve bu beraberinde sabrı da getirecektir.

Arkasından bakıp da donup kaldığım o noktaya oturdum ve meditasyon yapmaya çalıştım. Ancak zihnim türlü türlü düşüncelerle (ve yaşanan hadisenin geçmişten getirdiği akisleriye) dolup taşıyordu. Gözlerimi kapadım. Kolay bir meditasyon olmadı. Bir süre sonra vazgeçtim, ve gözlerimi açtığımda Tilki tepede, bir çalının arkasından beni gözetliyordu. Yine bir süre bakıştık. Boz rengiyle ve tüylü kocaman kuyruğu ile bu Tilki'yi nasıl sevmezdim? Herhangi bir karşılık beklemeden sevmeyi öğreneceğim... Sevgi ve güven hissini içimde iyice yükseltmeye çabalayarak O'na baktım, ve kısa bir süre sonra tepeciği aşarak yine kayboldu.

Şükran doluyum. Evren bugün beni yalnız hissettirmiyor. Tilki, bir yabancıya karşı -yani bana- hiç de boş değil. Bir süre şükretmeye, teşekkür etmeye, kendimi sevmeye ve Om'layarak titreşimleri yakalamaya zaman verdim. Sonra da havanın kararmaya başlamasıyla, içimden Tilki'ye bugünlük veda ederek eve döndüm.

Gün 3:

Bugün, Tilki'yi dünkü gibi ürkütmemek için çok yavaş adımlarla yürüdüm yolu. Ayrıca tüm dikkatimi etraftaki seslere verdim. Acaba en ufak bir Tilki hışırtısını, kıpırtısını, aksırmasını ya da tıksırmasını duyabilir miydim? Muhtemelen duyama(z)dım. Tilkiler pek sessiz canlılar. Ancak bu yürüme deneyimi, bugünkü meditasyonumun kendisi oldu. Çok çok ufak çıtırtılara kulak kabartmış ve attığım adımların farkındalığı ile yürümek muazzamdı.

Dün Tilki ile karşılaştığım yere gelince durdum. Gözlerim hemen O'nu aradı etrafta. Halbuki karşıma çıkması benim aramama değil O'nun iradesine bağlıydı. Bu almam gereken önemli derslerden birisi. Ben sadece gözlemciyim. Tek yapmam gereken O gelmeyi seçtiğinde benim de orada olmam. Benim iradem kalmak. O'nun iradesi ise benim dostluk çağrıma gelmesi.

Bir süre sonra -tüm bunları da kafamdan geçirdikten sonra- etrafta O'nu aramamaya ve dikkatimi kendime vermeye karar verdim, ve bu niyetle yürümeye devam ettim. O'nu ilk gördüğüm Çınar'ın altına varınca, oturup bir süre meditasyon yaptım. Ancak O'nun gelip gelmediğini kolaçan etmeden meditasyon yapmak çok zordu. Bugün güzel bir meditasyon pratiği oldu. Ancak Tilki görünmedi.

Yine de içimde bir yerlerde, O'nun varlığını hissediyor gibiydim. Sanki etraftaydı ve oralarda olduğumu biliyordu. Ya da ben bunu tamamen kendim uyduruyorum. Yine, sadece Tilki'nin bilebileceği bir şey daha. Dost olup da her şeyi konuşabildiğimizde bu An'ların hepsini soracağım kendisine:)

Ormandan ve Meditasyondan dönüşümü başka bir anlamda verimli geçirmek için, elim boş gelmemeye, ve derede sürüklenmiş ve şimdi kurumuş dal parçalarını taşımaya karar verdim. Fazla değil, her gün 5-6 dal parçası...

Ateş başında otururken, şükrettiğim Orman'ı anımsayacağım.

Gün 4:

Dün yeşil tişörtümü giymiştim. Üzerinde hiç bir desen, mesaj ya da çizgi film karakteri bile olmayan sade bir tişört. Kalp çakrasının rengi yeşil derler, ben de orayla uğraşmaya devam etmek istiyorum. Bugün de aynı renkle çıktım yola.

Yolda artık kimi taşların ve ağaçların yerlerini ezberlediğimi fark ettim. Belki de, diye düşündüm, bağ kurmak böyle bir şeydir; her bir detayıyla tanımak, bilmek. Dört günde olacak iş değil bu. Aylarca bu yolu yürüyebilir miyim acaba?

İkinci karşılaşma noktamızda durup etraftaki sesleri dinledim uzun uzun. Dikkatimi daha yoğun tutabiliyorum artık, sadece sesleri dinleyerek zihnimi susturabiliyorum, en azından bir süre.

Yine de gözlerim Tilki'yi aramaktan geri durmadı. Sonunda bakınmaktan vazgeçip gözlerimi kapadım. Daha derin nefes almaya başlayınca kafam güzel oldu. Gözlerimi açtığımda etrafımı başka görüyordum şimdi. Şükretmek için şimdi doğru zaman. Bağ kurduğumda sesimin duyulduğunu biliyorum. Tüm varlıklara teşekkür ettim. Oturduğum yerde gevşedim. Meditasyonda oturmadan, ama kendimi tam da oradaki her şeyle bağlantıda hissederek bir süre daha oturup dinlemeye devam ettim.

Sonra düşünceler üşüştü yine. "Acaba karşıdaki minik tepeye çıkmalı mıyım?" Bir ilişki için, hele de henüz kurulmamış bir ilişki için, çok mühim bir soru bu. O'nun alanına girmeli miyim, yoksa karşılaştığımız bu noktada sabırla beklemeli miyim? Ne kadar aktif ya da pasif davranacağımın dengesi nerede? Sınır nerede?

Beklemeden beklemek, ya da beklerken beklememek. Ne biri, ne öteki, ama ikisi de.

Henüz bir cevabım yok. Tepeye çıkmadım. Fakat günlerce Tilki'yi görmezsem, er ya da geç, çıkacağımı biliyorum.

Bugün Tilki görünmedi. Fakat bir kaç karatavuk hemen yanı başımda uçuştu, şakıdı ve birbirine kur yaptı. Turuncu gagaları ne de güzel!

Gün 5:

Bugün keyifsiz bir günümdeyim. Sabah annem ile telefonda tartıştıktan sonra bütün günü boş bakarak geçirdim. Bu nedenle yürüyüşe çıktığımda aklımda neredeyse Tilki yoktu.

Tilki'yi gördüğüm iki noktada da biraz duraksayıp etrafa bakındım, ancak meditasyona oturmayıp yürümeye devam ettim. Koca Çınar'ı da geçince yol Böğürtlenler tarafında öyle işgal edilmiş durumda ki, bir yerlerime diken batmadan geçemiyorum. Kısa süre sonra pes edip, yıkık Çamın berisinde tepeyi hafif tırmandım ve oturdum. Buradan manzara güzel; yeşilin koyu tonlarıyla derinleşen vadi... Yanıma hiç bir alet almadığım için size fotoğraf gösteremiyorum.

Sivrisinek saldırılarına fazla dayanamadım. Zaten durulmayan zihnime hiç de yardımcı olmadılar. Parmağımdan kan emen bir sivrisineği izledim bir süre. Parmağımdaki ince kaşıntıyı hissedince diğer elimin işaret parmağıyla ezdim onu. Öldürmeden önce düşünmüştüm halbuki, "şu an kaderi benim ellerimde, ve kanı emip gitmesine göz yumabilirim." Ama yapmadım. Nedenini bilmiyorum.

Tırmandığım yerden aşağıya indim ve eve koyuldum. Tilki'yi ikinci gördüğüm noktada durdum ve biraz oturdum. Bir kaç nefes de olsa meditasyon denedim. Belki de Tilki bunun bahanesidir, ne de olsa meditasyon disiplin ister.

Peki ya O'nu bir daha göremezsem? Bu kılavuzun ismi çok iddialı olmadı mı Doğukan?

Bugün hiçbir şey bilmiyorum.

Kalktığımda biraz daha rahattım. Tilki'yle ilgili değil, ama yakın gelecekteki hayatımla ilgili bir karara varmıştım...

Gün 6:

Dün verdiğim kararın sınanma günüydü bugün. Dün gece apar topar Bornova'ya gittim ve gece orada kaldım. Çünkü annemle konuşmamız gerekiyordu. Bu konuşma bugüne de sarktı. Ve dün verdiğim karar tescillenmiş oldu. Ancak kurmakta zorlandığımız bağ -hatta kuramadığımız bağ- ve bu iletişimsizlik, bâki.

Bu kafayla Orman yoluna düştüm, farkındalıksız, doluzihin bir yürüyüş. İkinci karşılaşma noktamıza varınca biraz yavaşladım ve farkındalık geldi. Ağaçları, bitkileri gördüm, arı vızıltılarını ve cırcır böceklerini duydum. Oturup meditasyon yapmaya çalıştım. Ama nafile. Bugün hiç olmazsa oraya kadar gitmeyi başarmıştım, başlı başına dikkate değer olan şey bu.

Ve Tilki yine görünmedi.

Geldiğim An'a kıyasla daha rahatlamış şekilde döndüm eve. Dönerken bir kaç parça dal ile kurudere yatağında beğendiğim kızıl renkli irice bir taşı da alıp yanımda getirdim.

Gün 7:

Tilki bugün de görünmedi.

Bu dönem hissettiğim tüm yoğun (ve karmaşık) hislerin gölgesinde bir hafta boyunca her gün kıçımı kaldırıp meditasyona gidebildiğim için kendimi takdir ediyorum. Bugün de keyifli bir meditasyon oldu.

Yüzümü tam karşımdaki Karaçam'ın gövdesine döndüm. Gün batımında gövdesinden yansıyan ışığın ve renklerin ne kadar eşsiz göründüğünü size nasıl anlatabilirim bilmiyorum. 

Dönüş yolunda bir süredir kafamda dönüp duran fikirler buldu beni yeniden. Bunların hepsi bir tutunma oyunu aslında:

Kafanızda bir eğri hayal edin, matematiksel bir eğriden bahsediyorum. Adı da tutunma eğrisi olsun. Bunun bir ucu, tutunamama (tam da Tutunamayanlar romanında olduğu şekliyle). Bu uca tüm zihinsel sorgulamalarla yani felsefeyle ulaşmak mümkün. Zihinsel sorgulamaların dibindeki tuzak -benim de sık sık kendimi içimde bulduğum tuzak- varoluş felsefesi ve hayatımızın anlamı/anlamsızlığı. Zihnimizi %100 meşgul ettiği ve artık kontrolünü kaçırdığımız noktada tutunamama geliyor yani eğer bu noktada durmaya ısrar ederse kişi, muhtemelen sonu önce ağır bir depresyon ve son tahlilde intihar olacaktır (Uzak). Sorgulama yoluyla dünyayı bilenler bu kısma yakınsıyor: Ekoloji, insan, hayvan, kadın, çocuk, işci vs hakları savunucuları, yani araştıran, bilen, sorgulayan hemen herkes...

Eğrinin öbür tarafında ise, mutlak bir irade kullanmak ve kalbi açmak var. Her şeyin -ama her şeyin- sorgulama olmaksızın mutlak bir kabulü var. Zihnin hiç devreye girmeyip sadece ve sadece kabulün olduğu noktada tutunmama gerçekleşiyor. Burada ise zihin yerine tüm görevi kalp üstleniyor (Yakın). Aşktan yanmış tüm kişiler, ermişler, dervişler ve deliler muhtemelen burada ya da buraya yakınsıyor.

İlginç olan, bu eğri, bir de bakıyorsunuz ki çember halini alıyor -bir başka katmanda. Çünkü tutunmama ve tutunamama aslında aynı şeyler. Birisi mutlak surette yaşam, diğeri ise mutlak surette ölüm. Dip dibe, gerçeğin iki ayrı dile geliş biçimi gibi. 

Ben ve tanıdığım insanların %99.9'u ise, ne bir uca ne de ötekine ulaşmadan, arada derede tutunuyoruz bir şeylere. Ve belki de olması gereken budur. 

Ben şimdi küçük dünyamda bir Tilki'ye tutunuyorum mesela. Umudum, bana insanlığı, şefkati, sabrı ve sevgiyi öğretmesi. Tabii bunu Tilki yapmayacak, becerebilirsem ben yapacağım. Bir Tilki, Orman'a gidip de meditasyon yapmak için iyi bir bahane. Zaten estetik bir hayvan ve fantezi dünyamdaki bir metafor olmaktan öte ne olabilirdi ki?

Tutunma oyunu



1 yorum:

  1. Doğukancan, nasıl da görerek duyarak anımsayarak okudum, dinledim seni -duyabildiğimce... ne güzel akıyorsun; yavaş yavaş, bulanmadan... berraklığın daim ola!

    YanıtlaSil