Yolculuk'a çıkışımın yirmi üçüncü günü, kırsalda değilim.
Bir felaketin ortasındayım.
Yaz günü olmasına rağmen gökyüzünde kasvetli bulutlar toplanmış; durmaksızın çarpışan şimşekler ile her metresinde arabalar ve insanlarla dolu bir iskeledeyim. Yaz ortasındayız ve her yer kış kokuyor. İnsanlar arabalarından çıkmış, tuhaf bakışlarla etrafa bakınıyorlar. Gelip giden ve dolup taşan feribotları izlerken, sıranın ne zaman kendilerine geleceğini düşünüyorlar muhtemelen. Hepsi ya şaşkın, ya öfkeli veya çaresiz. Bana bir bilim kurgu filminin sahnesini hatırlatıyor. Sanki uzaylılar Yalova'ya saldırmışlar ve tek çıkış yolu feribotlarla İstanbul'a geçmekmiş gibi... Bir rûya gibi, fakat gerçek bu. Kaos.
Feribota bindiğimde (Üç saatlik bir gecikme sonrasında elbette) gitmeye çabaladığım konser bitmek üzere, âşık olduğum kadın ise bambaşka bir yerdeydi. Ve ben Marmara Denizi'nin ortasında ne halt ettiğimi anlamaya çalışıyordum.
Boşluğa düştüm...
İstanbul'a girmeye çalışmak -hem de bir pazar günü- tam bir hatırlatmacaydı:
Kırsalda unuttuğum 'gün ve saat' kavramlarını yeninden hatırlattı.
Kırsalda unuttuğum 'plastik domatesleri' yeniden hatırlattı.
Kırsalda unuttuğum 'ışık gürültüsünü' yeniden hatırlattı.
Kırsalda unuttuğum 'pis şehir kokusunu' yeniden hatırlattı.
Kırsalda harcamayı unuttuğum parayı* yeniden hatırlattı.
Ve kırsalda unuttuğum kalabalıklar içindeki yalnızlık duygusunu yeniden hatırlattı.
Kırsala verdiğim bu minik ara, tam da neden kırsala Yolculuk arayışında olduğumu/olmak istediğimi bana yine yeniden hatırlattı**.
Yolculuk'un ne menem bir şey olduğunu anlamaya başladım sanırım: Planlardan hoşlanmayan, sürprizlerle dolu bir muamma. Kavradığını zannettiğin anda ellerinden kayıp gidiveren, anlaşılmak istemeyen bir garip olgu... Artık tanımlamayı bırakmalıyım. Sanırım.
Plan/program yapmaya alışmış bir şehirli (ve beyaz-yakalı) olarak, Yolculuk'ta beni en çok zorlayan konulardan birisi plansızlık kavramı oldu. Spiritüel arkadaşlarım, inatla ve ısrarla, bana her şeyi 'akışına bırakmayı' tavsiye ede dursun, hiçbir bilgi kolay içselleştirilemiyor.
Plan yapmayı neredeyse bıraktım. Bundan böyle niyetimi ortaya koyup, serbest bırakıyorum.
Bu, tıpkı şişe içine not yazıp, şişeyi denize bırakmak gibi...
...
Kırsala (ve Yol'a) çıktığımdan beri kafamda ufak tefek projeler oluşuyor. Çünkü kırsal (ve Yol), tüketme değil, üretme isteğimi kamçılıyor. Bu isteklerimden bir tanesi Haikular yazabilmekti. İlk Haiku'mu da feribotun ortasında canım yanarken yazdım:
Yaz fırtınası
Ortasında denizin
Yakıyor işte
Hamiş: Gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilinmez, ama niyetim eylül ortasında Likya yolunu yürümeye başlamak.
*Üç hafta içinde sadece on beş-yirmi lira civarında bir para harcamıştım. Fakat İstanbul'a gelince, sadece iki gün içerisinde harcadıklarım, hatırlayamayacağım kadar fazla.
**Bazan yanlış anlaşılıyorum. Kimi arkadaşlarım kırsalı, şehre alternatif olarak sunduğumu zannedebiliyor. Böyle bir gayem olmadığını, bunun sadece bir deney/deneme olduğunu hatırlatmam iyi olur. Ortaya bir ikilik çıkarmayı değil, ortada zaten sonsuz bir çeşitlilik olduğunu gösterebilmek istiyorum. Tabii, bunu önce kendime göstermek istiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder