Kırsalda beşinci gün.
Bugün günlerden ne, ayın
kaçındayız bilmiyorum. Zaman; uzadı, genişledi ve genleşti.
Geldiğim gün Ormanevi’nde bayram
vardı ve ortalık kalabalıktı. Haber vermeden gelerek nezaketsizlik yapmıştım. Evde yer olmayınca da çadırımı, evden birkaç kilometre Uzak’taki meraya kurdum. Şehirden
Uzaklaşmayı umarak gelmiştim, ve şimdi merada, köyden de Uzak’ta, ışığı hepten
yitirdim. Mera, gece çok karanlık... Gerçekten çok karanlık.
O gece yıldızların nasıl
göründüğünü sizlerle paylaşmak için aşağıdaki fotoğrafı çektim.
Merada uzunca bir süre yalnız
kaldım.
Yalnız kalınca genelde sıkılırım.
Hele uzun bir süre yalnız kalınca
daha çok sıkılırım.
Ben de oturup patlayana kadar
sıkıldım.
Uzun bir süre sonra, evet,
oldukça uzun bir süre sonra; zaman kavramım yok olmaya başladı ve sıkılmam da
geçti. Sanırım bu sıkılma hâli, şehre alışkın biyolojik ritmimin, kırsala
uyumlanmasıydı.
“Ne harika bir işe kalkıştım,” diyordum
kendime, “aferin bana!” Bir yandan kendime kızıyordum, sanki varacağım sonucu
şimdiden kestirebiliyor gibiydim, (macera biter, sisteme keskin bir dönüş
yapılır, tükürük afiyetle yalanır) öte yandan, eğer bir şeyi bilmiyorsanız,
bilmiyorsunuzdur. Ve denemediğiniz sürece asla öğrenemezsiniz.
Zihnimdeki gelgitlerim, günbatımı
boyunca -yani sivrisinekler bana saldırana kadar- devam etti. En son, karşı
tepelerdeki ormanlara bakıyordum, rengin nasıl yavaş yavaş değiştiğine… Kendime
yüklenmeyi bırakmış, manzaranın tadını çıkarıyordum. “İşte, tam da kalkıştığım
bu macera sayesinde burada keyfimce
oturabiliyorum” diye düşünüyordum ki, savaş tamtamları ‘vızıldamaya’ başladı.
Yapabileceğim bir şey yoktu.
Ortada orantısız güç uygulanan bir
savaş vardı. Hatta savaş ne ki, bu bir katliam... Çadıra kaçıp, canımı zor
kurtardım (biraz abartmış olabilirim). Ve
çadıra girene dek onlarca ısırığa maruz kalmıştım bile. Dahası, gizlice
çadırıma girmiş bulunan birkaç sivrisinek ile bir kırkayaktan da haberim yoktu… henüz.
Ben şehirde doğdum, şehirde
büyüdüm. Hatta varsıl bir ailenin, üç dört yaşlarından itibaren bilgisayarla oynamaya başlayan, şımarık bir çocuğu olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Hiç köye
gitmediğim gibi, Doğa’da uzun süre de kalmadım. Bir domatesin nasıl olup da
topraktan çıktığını aklım havsalam almıyor hâlâ (On dördümden sonra altı yıl
süren bir askerlik macerasıyla Doğa’ya biraz karışmışlığım olsa da, tamamen
yanlış anla(ş)maların olduğu başka bir hikâyedir bu ve başka zaman anlatılmalı).
Kısacası ben kırsala hep Uzak’tım.
Dönelim sivrisineklerle kırkayak
meselesine… Uzak Doğu kökenli felsefeler zarar vermemeyi buyuruyordu (mesela
Yoga’da uyulması beklenen ilk ahlâki öğreti, ahimsa; ne kendine ne de başka bir canlıya zarar vermemen
gerektiğini söyler). Bu nedenle uzun zamandır sivrisinekleri, güveleri, örümcekleri
öldürmüyor, karınca kolonilerini görünce yanlışlıkla basmamak için yolumu
değiştiriyordum. Bu nedenle çadırıma gizlice giren sivrisinekleri de
öldürmedim. Elli yerimden ısırılmıştım, elli beş olsa ne olurdu? Ayrıca sana
tokat atana öbür yanağını dönmeni buyurmuyor muydu İsa? Bu nedenle onlara ihtiyaçları kadar kanı fazla vızıldamadan,
sessizce alabileceklerini bile söyledim… Bunu sesli bir şekilde dile getirdim,
beni anlayacaklarını umarak, gerçekten.
Sabah uyandığımda her yanım şiş, ve
hatta bazı şişlikler anormaldi. Henüz
kırkayak olduğunu bilmediğim bir şey,
üzerimde yürümüş ve yürüdüğü her yerimde de alerjik bir tepki oluşturmuş.
Kırkayakla karşılaşmamız da tam o sıralarda oldu. Matımın kenarından hızla
sürüklenen bir karaltı görünce önce yılan sandım, ama sonra geceyi birlikte
geçirdiğim oda arkadaşımın tam olarak ‘ne’
olduğunu seçebildim ve bu durumu oldukça sakin karşıladım. Altı üstü bir böcek
bu. Fakat kendisine zarar vermeden onu dışarıya çıkarabilmem yaklaşık yarım
saatimi aldı.
Bu kurtarma (ya da kurtulma?)
operasyonu için çabalarken aklımdan sadece “Süleyman’ın yüzüğü” geçiyordu.
Derler ki bu yüzüğü takan, hayvanlarla iletişim kurabilirmiş… “Böyle bir
yüzüğümün olmaması ne büyük kayıp.”
Onu dışarı çıkarmayı başarınca, kırkayak
bana bir teşekkürü bile çok görerek ortadan kayboldu. Canı sağolsundu.
Şimdi, deli gibi, bacaklarımı
yırtarcasına kaşıyorum. Yanlış anlaşılmasın, şikâyetçi değilim, sadece kaşınıyorum.
Asıl sorulması gereken soru da
şu: Kırsal, böyle naif bir tutumu kaldırabilir
mi, yoksa zamanla beni, Doğa’nın bir mücadele
olduğuna inanan, sıkı bir herife mi dönüştürür?
Ve cevabı merak etmiyorum.
Ormanevi’nde kırsal deneyimim bir
açıdan nahoş başladı diyebilirim. Sakız gibi uzayan Zaman algısına
sivrisinekler hiç iyi eşlik etmemişti. Fakat Mine’nin bayram tatilinden
dönmesiyle keyfim yerine geldi. Beş gün içerisinde vardığım sonuç, tartışmasız,
çok açık ve net: Kırsal, arkadaşlarla güzel, ve vice versa; arkadaşlar, kırsalda güzel.
Muhtemelen bu yüzden Ormanevi,
ille de şenlikli yaşam diye tutturmuş
olmalı (Ormanevi nedir, ne yapar diyorsanız, buyrun). Topluluk oluşturma
konusuyla ilgili söylenecek çok şey var. Uygun bir zamanda uzunca yazmak
niyetindeyim.
Beş gün boyunca ne yaptın derseniz,
bir akşamüzeri Mine’yle domates tarlasını, diğer gün Else ile (kendisi kolektifin
Danimarkalı üyesi) mısırları çapalamaya gittik. Bir gece ekmek yaptık. Bir
akşam kurutulmuş baklalar ve kavrulmuş kahve çekirdekleriyle kolye yaptık (Bunları satın alarak Ormanevi'ne ve kırsalda yaşama destek verebilirsiniz).
Fırsat buldukça Go oynuyoruz. Bir akşam bel ağrısı çekenlerle Yoga yaptık ve tahmin ettiğimden çok daha olumlu bir geri dönüşü oldu. Arada
sırada fotoğraf çekiyorum, ve bunun dışında kalan zamanda (ki şaşılacak
derecede fazla zaman kalıyor) düşünüyorum.
Aklıma daha önce hiç bu kadar çok fikir ya da proje geldiğini de
sanmıyorum. Ayrıca daha az uyuyorum –herhalde temiz havadan.
Kısacası Kırsal yaratıcılığı
artırıyor…
(yazının devamını okurken dinleyiniz)
Benim gibi bir şehir çocuğunun güneş gözlüklerini takıp
çapa yapmaya gitmesi, eminim civardaki köylü için çok eğlendiricidir. Fakat tam
da olması gerekenin bu olduğunu düşünüyorum. Artık alternatif yaşam arayışları toplu
bir şekilde başladı. Etrafımdaki insanlarda gördüğüm şu: Birçok kişi
plastik domatesler yemekten, kirli hava solumaktan, içeriği belli olmayan
suları içmekten sıkılmış durumda ve herkes kendince çözümler üretmeye başladı.
Benim inancım artarak devam
ediyor.
Bana ilham verdiği için sık sık
kendime hatırlattığım cümleleri yinelememin zamanı geldi:
- Başka bir dünya mümkün
- Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol.
- Dünyanın duyduğu hikâyeleri değiştirebilirsek, dünyayı da değiştirebiliriz.
…
Bugün günlerden ne, ayın
kaçındayız bilmiyorum. Zaman; uzadı, genişledi ve genleşti. Kaşınıyorum,
kaşınıyorum ve kaşınıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder