27 Temmuz 2017 Perşembe

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - IV

Hikâyeyi başından okumak için, sırasıyla; sıfırbiriki ve üç


Gün 25-26:

Fethiye'de yeni bir kamp alanı keşfettim, Kabilecanlar sayesinde. Meditasyonlarımı müthiş bir derenin kenarında yaptım. Tilki göremedim fakat Sincap konuklarım oldu.

Gün 27:

Yeniden evdeyim. Halil ile uzunca bir yolculuk yaparak eve geri döndüm. Yolda dört sefer otostopçu çocukları aldım (Ne de olsa otostopçunun halinden otostopçu anlar). Neşeli ve yorucu bir yolculuğun sonunda evdeyiz. Yaklaşık iki haftadır Marmaris ve Fethiye civarında, yaptığımız ve yapacağımız etkinliklerle ilgili çalışıyordum. Bu ara meğer uzun bir araymış, eve döndüğümde fark ettim. Yabancı, yahut misafir gibi hissettim kendimi. Bir süre sonra, şaşkınlığım geçmeye başlayınca, kurudere yolunu tuttum.

Tanıdık bir his gelmeye başladı. Bildiğim taşlar. Bildiğim ağaçlar. Bildiğim kuş sesleri ve bildiğim bir havanın kokusu. Gerçekten buraya ait miyim? Aidiyet hissimin kaynağı tam olarak nerede?

Her zaman meditasyon yaptığım yere yaklaştım. İki hafta kadar önce bıraktığım su kabı aynı yerde duruyordu. İçindeki su tamamen kurumuştu ve bir kaç ölü böcek vardı içinde. Kabın dibinde topraksı bir tortu... Sadece iki hafta.

Oturdum. Geç dönmek istemiyordum: Halil evdeydi, zaten geç kalmıştım, dönüş yolumu aydınlatacak bir ay yoktu ve fener almamıştım yanıma. Biraz meditasyon denemesi. Son günler çok yoğundu. Paylaştığım konuştuğum onca şey aklımda uçuşuyordu. Gözlerimi açtım.

"Neden Tilki'nin her gelişinde şaşırıyorum" diye düşündüm. Öylece, geleceğini bilerek bakamaz mıyım şu yana? Bir süre bunu düşündüm. İçimde o tanıdık hissi büyüttüm önce. Geldiğinde şaşırmayacak kadar, ancak gelmezse hayal kırıklığına uğramayacağım kadar büyüttüm (Evet, bunun bir çizgisi var).

Orada durdum ve baktım. Çıtırtıları duymam için fazla zaman geçmesi gerekmedi. 6-7 metre ötemde, koca bir kayanın kenarından sakince aşağıya doğru indi. Alaca karanlıkta görebildiğimce dikkatle baktım, kuyruğun en ucunda sevimli bir beyazlık vardı. Bir ara durdu ve kısa bir bakış attı bana. Sonra da çalıların arkasından kayboldu.

Bu sefer şaşırmamıştım. Hatta neredeyse heyecan bile yapmadım. Arkadaş olmanın bir adımı bu mu?

Gün 28:

Bugün cânım Ayşe geldi. Kurudere yoluna da onunla yürüdük. Baran gibi, Ayşe'de, bu sacred yeri rahatlıkla paylaşabileceğim kişi. Giderken şaka yaptım, "sen geldiğin için Tilki gelmeyecek bugün". Ama öyle olmadı.

Her zamanki meditasyon noktama kadar konuşa konuşa, etrafın güzelliğine baka baka geldik. Ayşe'ye (de) anlatacak çok şeyim vardı. Merakla ve şefkatle dinleme konusunda uzman olduğu için, her şeyi, becerebildiğim ölçüde, anlatmaya koyuldum.

Bir ara, hatta konuşmanın heyecanlı bir noktasında, kıpırtı seslerini duyduk karşıdaki minik tepenin eşiğinde. İşte orada Tilki. Sustum, nefesimi tuttum. Ayşe'de öyle. Gözümüzü ayırmaksızın izledik Tilki'yi. Bizi hiç yadırgamadan, sakin sakin tepenin eşiğinden yürüyüp, kaybolmadan önce de bizden yana bir kısa bakış atıp çalıların arasında daldı. Heyecanlanmamıştım, ancak çok şaşkındım ve ağzım kulaklarımdaydı. Tilki hikâyemin sadece bir hikâye değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu görmüştü bir dostum. Ve Tilki, artık yanımda birileri varken de bize kendisini gösterebiliyordu.

Ayşe'nin mutluluktan gözleri dolmuştu, ben ise kocaman gülerek ona bakıyordum. Paylaşmanın güzelliği...

Ayşe'ye bir aşk hikâyesi anlattım ve hava kararana kadar konuştum. Hiç bitmeyecek bir masal gibi bu; dönüş yolunda bile anlatmaya devam ettim. Bir Tilki'nin metafor olduğu bu hikâyeyi sabahlara kadar anlatabilirim (On beşinci gün yaşadığım mucizeleri mesela, hayatımın sonuna dek anlatacağım). Ben anlatırken gözlerim ışıldıyor ve Ayşe bunu görüyor.

Eve dönerken iki büyük dere taşı taşıdık. Yol kenarlarını süslemek için her gün birer taş getiriyorum artık. Evden içeri girdiğimizde Halil, Emrah ve fırından gelen güzel kokular bizi bekliyordu...

Gün 29:

Tilki'ye gitmek için yola çıktığımda hava iyice kararmıştı. Yanıma fener aldım, Ay yoktu.

Vadinin derin ve koyu karanlığına girmek ürkütücü geldi ilk defa. Feneri kullanmamaya çalışarak ilerledim. Tilki'yi görmeyeceğimi biliyordum bugün.

Bir süre güzel meditasyon yaptım. Etraftaki sesleri dinlemek ve rüzgârı hissetmek harikaydı. Bir ara güçlü bir kanat çırpma sesi duydum. Karşımdaki Çam ağacına şişman ve koyu bir kuş silüeti yerleşti. Merakla onu izlemeye başladım. Bir süre geçince kendini boşluğa bırakıp güçlü kanat çırpmalarla hemen sağ arkamdaki ağaca tünedi. Şimdi hangi kuş olduğunu anlayabildim işte. Bu bir Baykuş.

Dibinde yaşadığım Orman bana her gün sürpriz yapıyor ve ben şükürle doluyum.

Gün 31:

Bugün yine karşılaştım Tilki ile. Aniden başımı çevirip O'nu ürkütmeseydim belki de dibime kadar gelecekti. Arkasına dönüp tez adımlarla uzaklaştı. Halbuki bana oldukça meraklı gözlerle baktığını yakalayabilmiştim, kısa bir an göz göze geldiğimizde.

Müthiş farkındalıklar yaşıyorum. Tabii bunları Tilki'ye borçluyum. Belki de kendime borçluyumdur. Belki de borçlu falan da değilimdir. Yeterince çaresiz kalınca insan saçma sapan şeyler yapabiliyormuş, bunu kanıtlıyorum -ha?.

Bu günce 278. gününe falan gelebilecek mi acaba, bazen bunu düşünüyorum Orman'a doğru yürürken. Etrafta kar ya da buz olduğunda, yahut güçlü bir fırtına varken, kurudere hiç de kuru değilken, oraya yine gidip oturabilecek miyim? Önemsiz görünen bir soru, ama hiç de öyle değil. Şu an yapmağa çalıştım şey tam olarak bunu sağlamakla ilgili. İradeyle ilgili. Gerisi fasa fiso.

...

Gece 4 gibi Ayşe ve Emrah'ı otogara bırakmış dönerken, Kemalpaşa organize sanayisinden geçiyorum. Sizce burada bir Tilki ile karşılaşma olasılığım nedir? Ama karşılaşıyorum işte! Caddeden karşıya koşarak geçen bir güzellik. Kuyruğunun ucunda tanıdık bir beyazlık. Eskisi kadar heyecanlanmıyorum artık. Ben Tilkilerle karşılaşan bir adamım. Ama lütfen biri bana bu mesajı anlamını söylesin artık.

...beklemeye devam etmeli miyim? Gücüm tükeniyor.



Gün 32:

Bugün Derya ve Halil ile gittik kurudereye. Yanımıza Derya'nın ukulelesini de almıştık. Çala çala yürüdüm (Çalmak dedimse, biraz ses çıkarıyorum sadece). Malum noktaya geldik, oturduk, sessizleştik. Uzunca bir süre geçti. Sonra bir ara, meditasyon halinin bittiğini düşünerek ukuleleyi tıngırdatmaya başladım. Bir süre sonra da Tilki'nin sesini duydum (Müzik seven bir Tilki olmalı bu. Hatta belki de müzik zevklerimiz aynıdır. Mesela o da Beirut seviyordur, kim bilebilir?). Artık Tilki geldiğinde onun yürürken çıkardığı sesleri duyabiliyorum ve başka seslerden ayırabiliyorum. Karşıdaki minik tepede, koca bir kayanın yanındaydı. Derya ve Halil'e seslendim yavaşça, onlar da görsün istedim. Fakat başka taraflara baktılar, bu sırada Tilki de ilerledi, ve göremediler. Bir an için sanki şizofrenik bir vakaymışım gibi oldu. Neyse ki geçen gün Ayşe gördü Tilki'yi, en azından şizofren olmadığımı biliyorum.

Gün 33:

Tilki'yi yine gördüm bugün!

Son 1 haftada tam 6 defa karşılaştık, hem de bir tanesi bambaşka bir yerde. Bazen oldukça gerçek dışı geliyor bu durum. Fakat olan bu. Gerçek.

Bugün içimde bir yerlerde yabani, vahşi ya da ilkel bir şeyleri algılayarak keşfettim. Fark ettim değil, gördüm değil, algıladım bile değil, algılayarak keşfettim. Çok çok uzun bir süre kıpırtısız durdum (Vipassana'da bile becerememiştim bunu). Ne zaman kalkıp eve dönme fikri gelse, orada oturmaktan, sessizce etrafı dinlemekten ne kadar büyük keyif aldığımı fark ettim. Bir türlü kalkıp da dönmeye yeltenmedim. Oturmaya devam ettim. Hava iyice kararmadan hemen önce Tilki göründü, artık sabit bir yer haline gelen, karşıdaki  o kayanın kenarında. 

Gerçekten biliyorum, herhangi bir rüşvete yeltenmeden (Çünkü bir süredir O'nunla daha da yakınlaşabilmek için bunu düşünüyordum) yanıma gelebilir. Öyle kıpırtısız durursam, belki merakından, belki de cesaretinden, nedenini bilmiyorum, bir şekilde yanıma gelebilir. Ve O'nu ürkütecek ani hareketler yapmadan, kıpırtısızca bekleyebilirim bunu. O iradeyi bugün hissettim.

Bugün yaptığım şey meditasyon değildi. Adı ne bilmiyorum. Ama hissettiğim şu; Doğa'yı öyle derin dinledim ki; bugün, sanki yıllardır o Ormanda yaşayan bir Tilki'ydim ben.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - III

Önceki günler: Bu Tilki hikâyesinin başlangıcı, 1.haftası ve 2.haftası


Gün 15:

Hayatımın en güzel ve mucizevi günlerinden birini nasıl anlatabilirim acaba? Benim böyle bir yeteneğim yok (Ayrıca ister istemez bugün yaşadıklarımı sansürlemek durumundayım).

Derya ile etkinlik hazırlığı yapmak için Marmaris Amos'a doğru yola çıktık Filiz ve Gülengül ile. Hani hayatın anlamını ararsanız, muhtemelen civarında bir yerlerde bulabileceğiniz bir sabah serinliği vardı o saatte. Berrak, temiz, ümitvar bir sabah. Vega'nın anlamını aradığı sabahlardan birisi, şüphesiz. Gittiğimiz 280 km yolu unutmayacağım (ve hayatımın en heyecanlı yolculuklarından birisi olarak not düştüm). Yolun sonunda bizi bir sürpriz bekliyormuş; bir karşılaşma.

Amos'ta harika bir koyda geçirdik günü. Dünyanın en güzel koyu burası. Dünyanın en güzel sahil taşları bir araya toplanmış. Henüz bilmiyorum ama önümdeki günlerde sacred bir yer haline gelecek bu koy. Burayı asla unutmayacağım (Kendime saklamak istediğim için açıktan yazmıyorum yeri, affedin). 

Bugün 7.ayın 7'si. Yani Japonya'da Tanabata. Yani sevgililer günü. Yılda bir kez saksağanlar sayesinde kavuşan sevgililerin günü. Ve ben bunu akşam üzeri fark ediyorum. Burada bir mânâ gizli.

Gece oluyor. Akşam Burcu'yu otogara bırakmak üzere, Turunç'tan Marmaris'e giden çok virajlı ve tırmanışlı yoldayız. Burcu'yu uğurluyoruz.

Ve dönüş yolunda Derya ile yeni bir mucizeye tanıklık etmek üzere gecenin sessizliğinde ilerliyoruz. Ormanın ortasında o dolambaçlı virajlı dağ yolunda tırmanırken bir Tilki çıkıyor önümüze! Anında duruyorum ve O da duruyor. Az gidiyor öteye yolun kenarına, ve durup bana bakıyor! Sanki dünyanın tüm Tilkileri bana bir işaret veriyor ve ben bunun uğrunda her şeyi yapmaya hazırım.

Bana sorarsanız hayatım bir The Smiths şarkısına dönüşüyor.

Gün 16:

Bugün Amos antik kentinde Dolunay'ı izleyerek meditasyona oturuyorum. Dürüst olmak gerekirse, meditasyon yapamıyorum. Öyle bir manzara ile karşı karşıyayım ki, sadece onu seyredebiliyorum.

Buraya bir Tilki'nin gelmesi zor. Ama Tilki zaten yüreğimde dolaşıyor.

Gün 17:

Bazen bir nota duyuyorum. Bir kaç nota. Doğru sıralanmış bir kaç nota. Ve ağlamak istiyorum hemen.

...

Akşam meditasyonu için dünyanın en güzel koyuna indim. Yoğun hislerimden kurtulamıyorum; özlem, yalnızlık, aşk ve hepsinin birleşip beraberinde getirdiği yoğun bir melankoli. Paylaşmak istediğim ve paylaşamadığım her şeyin ağırlığı...

Gözlerimi kapattım, uzunca bir meditasyon denemesi sonrası gözlerimi yeniden açtığımda karşıda Ay doğuyordu denizin hemen üzerinden. Dünkü dolunaylığından pek bir şey kaybetmemiş, kocaman ve kızıl. Sakin küçük bir koyda, ay doğumunu izlerken aklımdan çıkmıyor; fazla değil, sadece iki gün önce, Tanabata gününün mucizelerine tanıklık etmiştim. Aklımdan bu çıkmıyor işte. Meditasyon mu? Güldürmeyin beni...

Her şeye, ama her şeye, şükretmeyi ihmal etmedim. Tilki'me olan bağımı anımsamaya çalıştım. Kendimi sevdim. Om'ladım. Ve bol bol düşündüm. Hayatım; nereden geldim ve ne yana gidiyorum.

Meditasyon için oturduğum sessiz anlardan güç alıyorum. Meditasyon bitince hep aynı yere varıyorum; bekleyecek gücüm var. Hâlâ var. Beklemeye devam edeceğim. Çünkü olmakta olduğum hal bu. Değişene kadar bu.

Gün 18:

Bu sabah eski bir sevgiliyi gördüm rüyamda.

Gün durgun geçti. O güzel koya indim meditasyon için. Ve oldukça geç kaldım, gece olmuştu. İçimde sessizliği sağlamak zor. Aklıma sık sık Seda geliyor ve bitmeyen bir yas var içimde, sanki hiç geçmeyecek gibi. Meditasyon yapamıyorum, yine de uzun uzun denize baktım. Bir ara şezlonga uzanıp uyukladım. Ayaklarımı denize soktum, geçen gün durduğum yerde.

Yalınayak geri döndüm eve...



Gün 19:

Yuva ne demek, bugün onu anladım. Bir de canım yanıyor. 'Burnunun direği sızlamak' denen şeyi anladım şu günlerde. Bu gerçekten anlamını taşıyan bir deyimmiş.

Gün 20, 21, 22, 23, 24

Fethiye, Yakaköy, Tangala çiftliğindeyim. Bazen Tangala'da, bazen bir yaylada Sedir ağaçlarının arasında bazen de harika bir antik kentte, Tlos'ta meditasyona oturdum. Tilki hiç görünmedi. Fakat yoğun bir etkinlik geçirdik. Unutmayacağım çok şey var.

Mesela bir Çam Orman'ında, yanımda kuş tüyü ve pusula ile girdiğim o Council'de, Tilki hikâyemi anlatışımı unutmayacağım. Son sabah insanları uyandırmak için Filiz ve Esin'le yaptığım spontan ve eğlenceli halleri unutmayacağım. Irish mandala ile nasıl yükseldiğimizi unutmayacağım. Ve buraya yazamadığım bir dolu başka şeyi de...

...

Bir Tilki'yi, nadiren görünse de, beklemeye gücüm var. Hâlâ.

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Tilki'yle Arkadaş Olma Kılavuzu - II

Bu hikâyenin başlangıcı şurada, güncenin ilk haftası ise burada


Gün 8:

Bugün Baran geldi. Kurudere yoluna da onunla çıktık. Bu yola herkesi götürmemeye, yani burayı kendime saklamaya karar vermiştim aslında. Ama Baran başka. Baran benim bir başka yüzüm. Konuşacak çok şeyimiz birikmişti, konuşa konuşa gidip, koca Çınarın altında konuşa konuşa oturup, konuşa konuşa döndük. Bugün meditasyon yok, Tilki yok, Baran var.

Yolda bir kuş tüyü buldum, aldım yanıma.

Gün 9:

Bugünün bir şarkısı* var.

Aşırı sıcaklar günümün ritmini epey değiştirdi. Akşam üzeri bahçede çalıştığım için, ancak hava karardığında dere yoluna gidebildim. Yanıma bir fener aldım. Neyse ki Ay ilk dördünde olduğu için fenere hiç ihtiyacım olmadı. Vadide ağaç sıralarına ulaştığımda biraz serinlik de geldi. İkinci karşılaşma noktamızda oturdum. Yüzümü Çınara -ve Doğuya- döndüm. Muazzam bir görüntüsü vardı (Bir tripod ve kumandam olduğunda şahane bir fotoğrafını çekebilirim). Hemen arkasında Vega parlıyordu. Güneyde Akrep yükselmişti. Batıda ise yarım bir ay (Yarımay da tek başına metofarların metaforu). Ayışığı minik tepeyi hafif aydınlatıyor, bu da bende Tilki'nin silüetini göreceğim inancını yerleştiriyordu. Ama görmedim.

Meditasyon yaparken, daha doğrusu yapmaya çalışır bir halde oturup yapamazken, bir ara, ne kadar saçma bir şey yaptığımı düşündüm. Her şey, bir an için, mânâsını kaybetti. Sadece kısa bir an. Tutunmakla tutun(a)mamak arasındaki çizgide olmanın olası bir sonucu.

Acaba bu sıcak havalarda Tilki için de bir kap su bırakmak caiz midir?

Gün 10:

Umutsuz hissettiğim bir gün. Gün batımına doğru yola çıktım. Hava boğucu derecede sıcak. Akşam olmasına rağmen hâlâ çok sıcak. İçimde Tilki ile herhangi bir bağ hissetmiyorum.

Bugün bir değişiklik yapasım geldi. Meditasyon yaptığım yerde oturup biraz müzik dinlemek istedim. Bunun için tabletimi yanıma aldım, fakat gelebilecek bildirimlerden uzak durmak için de uçak moduna aldım. Tabletimde kayıtlı olan tek şarkıyı (ki hangisi olduğunu sizinle paylaşmayacağım, çünkü gerçekten özel bir şarkı) bir kaç kez dinledim. Önce kara sinekler, havanın hafif kararmasıyla da sivrisinekler bir süre rahat vermedi. Ben de meditasyon için oturduğum noktayı değiştirdim.

Hava kararmaya yakın gerçekten içimde sessizliği hissettiğim bir an yakaladım. Ne kadar öyle sessiz kaldım bilmiyorum. Bir süre sonra hemen dibimde bir gurultu duyunca irkildim ve gözlerimi açtım. Aklıma ilk gelen domuz oldu, çünkü tilki sesi neye benzer bilmiyorum ve duyduğum ses domuzu andırıyordu. 2 metre kadar ileride ufak bir çalılığın arkasında iki boz kulak ve boz bir kürk vardı. Yavru bir domuz bile bundan büyük olurdu sanırım. Hafifçe öne kaykılıp eğildim, ki suratını göreyim... Ve O.

Tilki'nin de bana karşı boş olmadığını biliyordum:)

Yavaşça arkasına dönüp vadinin içine doğru ilerledi. Ses çıkarmadan izledim onu. Gözden kaybolunca da biraz bekledim tekrar gelirse diye. Gelmedi... Hava karardığında sadece yarım ayın ışığı kaldı. İçimden teşekkür edip, şükrederek ve büyük bir keyifle döndüm yolu.

Umutsuzlaşmaya başladığım günde, ya da tam meditasyonun en derin anında gelmesi ne manyakça bir şey!

Gün 11:

Bugün Tilki'ye su götürdüm. Eğer dünkü kadar yanıma yaklaşabiliyorsa, bunu bir adım ileriye taşımanın yolu bu olabilir diye düşünüyorum.

Tilki görünmedi. Ama o suyu benim koyduğumu biliyor olacak.

Gün 12:

Sabah çok erken kalktım ve bugün i-na-nıl-maz iyiyim! (Sabah serinliğinde ve boş yollarda araba kullanmak ve bu sırada radyoda harika parçaların eşlik etmesinden daha güzel pek az şey biliyorum). Geçmiş günlerin kara bulutları dağılıverdi, tıpkı korkunç sıcakların geçmesi gibi. Şimdi yaşadığım yer efil efil esiyor, üşüdüm ve üzerime uzun kollu bir şeyler giydim. Çok şükür.

Vadiye girerken müthiş bir kuş gördüm. Kanatları siyah-beyaz çizgili, boynu ve kafası ise turuncu. Eve dönünce Hüthüt kuşu olduğunu öğrendim. Nasıl bir güzellik!

Masalları düşünüyordum yürürken. Sanırım o yüzden dilime dolandı, "bana bir masal anlat baba" diye mırıldana mırıldana gittim yolu.

Artık sabitleşen meditasyon noktama oturdum. Bugün Tilki görünmedi ama ben şükür içindeydim; rüzgâra, kendime, sahip olduğum tüm bu imkânlara... Ormana giderken Akkaya manzarasını iki uzun çam ağacının arasından gördüğüm o mükemmel manzaraya bakarken de tam olarak bunu düşünmüştüm: "Ben bu imkâna sahibim. Çok şükür."

Tilki'ye bıraktığım bir kap suyu yeniledim. Uzun uzun meditasyon yaptım, etrafı izledim ve Om'ladım.

Bugün, çok şükür.

Şükür

Gün 13:

Evde Göktuğ ve Burcu ile hararetli bir tartışmaya girmiştim. Hararetli olan bendim tabii ki. Konunun da bir önemi yok aslında. Zaman zaman kendimi kaybediyorum konuşurken... Hararetli bir tartışmanın hemen akabinde Orman'a meditasyona gittiğinizde, yapacağınız meditasyondan fazla bir şey beklemeyin derim.

Tilki için bıraktığım suyu yeniledim.

Ve tabii ki görünmedi.

Gün 14:

Yarın bir yolculuğa çıkıyorum. Yolculuğun hem kendisinden hem de vardığı yerden dolayı, aşırı heyecanlıyım. Gün, hazırlık yaparak geçti. Orman'a gitmek için de biraz geç kaldım; gittiğimde çoktan hava kararmıştı. Oturdum ve meditasyonumu yaptım. Tilki'ye geçici olarak hoşça kal dedim, içimden. Ancak gittiğim yerlerde de yine aynı saatlerde meditasyona oturacağım. Çünkü meditasyon disiplin gerektirir.


* ...diyor ki:
So why not try to simplify?
Believe your belief
Doubt your doubt


Mealen:
Neden basitleştirmeyi denemeyelim?
İnancına inan
Şüphelerinden şüphelen