(4 Mart 2020 Çarşamba - Eskişehir)
(Ön not: Kimi zaman rüya aralarında hafifçe uyanıyorum. Fakat bir rüyayı baştan sona yazacak kadar ayılamıyorum. Böyle zamanlarda eğer elim kaleme ve deftere erişebilirse rüyadan hatırımda kalan imgeleri yazmağa çalışıyorum. Eğer şanslıysam ayıldığımda hatırlarım diye. İşte 4 Mart sabahı, bir daha hiç hatırlamadığım ve muhtemelen hatırlamayacağım bir kaç imge ve arkasından daha net bir rüya)
(1) Yanan ev, "babasının kızı", inatçı baba, köyde bir rekabet, ben sadece izliyorum.
...
(2) Batıgün, tekne, okyanus, önceki gece okyanusa gitmişim ama hatırlamıyorum. Tek başıma. Su altında çirkin suratlı balıkların görüntüleri. Bir harabede Batıgün'le Tilki arıyoruz. Bir kapıyı açınca arılar çıkıyor. Bana geliyorlar diye hızla çıkıyorum oradan.
*Bu ikinci rüya ilginç. Suyun altına dair gördüğüm imgelere dair geçici(?)** bir son. Çirkin balık suratının anlamına dair bir fikrim var. Geçenlerde Jung'un Rüyalar kitabını okurken bilinçdışımda yerleşen korkular ve bunların rüyalarımda kendini gösterme şekilleri hakkında düşünmeye başladım. Kitabı kenara koyup yarı meditasyon, yarı tefekkür bir halde oturdum.
Çok uzun zamandır gördüğüm ve rüyalarımda beni her zaman tedirgin eden su altı -genellikle bir fırtınanın yahut derinliğin ve neredeyse her zaman karanlığın eşlik ettiği okyanus, nehir, deniz, göl imgeleri- üzerine hissettiğim kaygı ve korkuyu çağırdım. Duygu yükselirken onu bastırmak istemedim, bunun bana armağanının ne olduğunu kavramak isteyerek güçlü ama usulca bir niyette bulundum. Aynı çalışmayı hemen öncesinde âşık olduğum kadınların özelliklerini düşünerek yaptığımda inanılmaz bir genişleme ve bütünleşme hissi yaşamıştım. Şimdi benzerini ilk defa korktuğum imgelere uygulamak istedim.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Sıkışmışlık ve bilinmeyen karşısında yoğun bir korku kendini gösterdi. Duygulara izin verdim ve yıllardır yaptığım meditasyonların meyvesini böyle küçük anlarda yakaladığımı bilerek izlemeye koyuldum. Bedenim titriyordu. Gözümü kapatıp okyanusun dibine daldığımı hayal ettim. Simsiyah, hiçbir şey görmüyorum. Siyahlığın içinde yüzüyorum. Ve karanlığın ne kadar engin olduğunu fark ediyorum. Korkuyorum. Fakat yeni bir his geliyor yavaş yavaş: Merak. Keşif duygusu ile korkum birbirine karışıyor. Merak duygusu öyle yoğun ki, bu korkunun arkasından çocukluğumun bastırılmış bir duygusuna temas ettiğimi kavrıyorum. Korkunun yoğunluğu kısa bir süre içinde yerini merakın coşkusuna bırakıyor. Gözlerim doluyor; coşkuyla ağlıyorum. Bunca yıldır özlemini çektiğim bir duyguymuş, ve işte bu kadar yakınmış. Coşku duygusu özleme ve yasa dönüşüyor. Gerçek bir vuslat ânı yaşamadığım için kıyaslayamam. Herhalde vuslat esnasında hissedilen yoğun duygu karışımı her ne ise şimdi tüm hücrelerimde onu yaşıyor olmalıyım. Bir süre bu duygunun akıp gitmesine izin veriyorum. Fakat duygu seli yatışmıyor. Duygunun geldiği merkez derin ve karanlık; okyanus gibi. Fiziksel olarak daha fazla duyguyu kaldıramayacağımı fark edince kendimi yatıştırıyorum...
Vizyonumda gördüğüm balık imgesini ilk kez (ve son kez?) su altı rüyalarımda görüyorum. Bir evrenin kapanışını muştuluyor olabilir.
Rüyanın devamındaki imgelerin bolluğu hem şaşırtıcı, hem de benim yorumlama kapasitemi aşıyor. Daha önce Tilki ile çok haşır neşir oldum, fakat arı imgesini ilk defa görüyorum. Tilki, hayatımda farklı bir kaç konuya temas etse de, genellikle kendimle olan bağlantıyı imliyor. Bu bağlantıyı bir harabede hem de (okyanusa gittiğim gibi yalnız başıma değil) ağabeyimle arıyorum. Sonrasında da arılar çıkıyor ve onlardan kaçıyorum. İmgeler çok açık, ancak henüz birleştiremiyorum. Bunu sonraki rüyalar ile birleştirebilirsem daha net açıklayabilirim, umarım.
(** Yaklaşık 15 gündür su altına dair hiç rüya görmüyorum, ve tekrar görüp görmeyeceğimi yahut ne zaman göreceğimi merak ediyorum...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder