4 Eylül 2020 Cuma

Rüyalar - XXII

(03 Mayıs 2020 Pazar - Eskişehir)

- Bir AVM, iş arayışı... A.
- Bir deniz kenarındayım, bisiklete biniyorum.
- S., bir demir teli bir vidaya sararak nasıl minik bir ısıtıcı (ve ışık kaynağı) yapabileceğimi gösteriyor.
- Yaşlıca bir çifte, kitap satın alırlarken çizgi romanlarla ilgili merak ettikleri bir soruya cevap vererek onların konuştuğu konuya salça oluyorum. Kitaplarla ilgili konuşuyoruz. Filanca filmi izlemiş miyim? Stephen Jenkinson* adında bir kitaptan uyarlanmış (Stephen King gibi birisi mi yazmış? Çünkü korku hikâyesi). Hayır izlemedim. Korku izlemem diyorum. İzleyecektim bir keresinde ama korku diye vazgeçtim. Kadın burun kıvırıyor. İzleme bence overrated diyor. Adam ise filmi sevmiş, tavsiye eden o.
- Kitaptaki hikâyenin bir kısmını asıl kahraman olarak izliyorum. Bir nehirden uçarak (Sanırım bunu yapan bir alete sahibim) ağaçlara takılmadan ilerliyorum bir süre. Bu nehirde bir ölüm var, kitabın korkutucu unsuru da bu sanırım. Ben korkmuyorum. Sadece ağaçlara takılmadan uçmaya çalışıyorum.


*Bilinçdışımdaki Jenkinson ve King bağlantısı muazzam. Birisi ölüm ve yas çalışan ve benim de hakkında okumalar yaptığım bir yazar, diğerini ise hiç okumamama rağmen tek kelimeyle tanımlayabiliriz: korku. Bir rüyada ölümden hiç bahsetmeden ona değinmek isterseniz eğer, böyle bir yol izleyebilirsiniz.


(04 Mayıs 2020 Pazartesi - Eskişehir)

Şehirden (ve bir çeşit karantinadan) gitmek istiyorum. Sadece 100 Liram varmış. Güneye tatile gitmek istiyorum bir kadınla, ama kiminle? Gelebilecek kadınlar arasında bir eleme yapıyorum. Sonra arkadaşlarıma soruyorum, kimse gelmiyor. Birisi kabul edecek gibi (Ş. galiba), sonra olmuyor. Y.'ye sorayım diyorum. Derken sonra ne yapacağım, param yok. 

...

Bir ara evden çıkıyorum çöp dökmeye, yanında birisiyle G.'yi görüyorum, caddeden geçiyor ve beni görmüyor. 

...

Tatile gitmek istediğim yer de güney, daha önce eski rüyalarımda da gördüğüm bir yer sanki. Kamp yapmaya uygun, antik kentli, denizi olan, pek kimsenin olmadığı bir yerler.



(05 Mayıs 2020 Salı - Eskişehir)


H. O.'dan mezun olduktan sonra bir zaman. Piyade gelmiş. Bununla ilgili bir işlem yapılıyor, halbuki ben 1,5 sene gitmemişim. Arkadaşlarıma, 'Bakın şimdi olay çıkarıcam, izleyin' deyip subayın yanına gidiyorum. Anlatıyorum durumu, hakikaten 1,5 yılım yok. Salmaları gerekiyor beni, subay falan olmayacağım.

Orada olduğum için oldukça gerginim ve öyle de uyandım. Tıpkı okula okuduğum zamanlar gibi...

...

Bir önceki rüyada da çatışma var. Doğuda görevdeymişim. Tanıdıklarım var. Teröristler bir yeri basmışlar. Tiyatrocular ya da sporcular. Olayın nasıl olduğunu izliyorum. Yine gerginlik.


(06 Mayıs 2020 Çarşamba - Eskişehir)

Antalya'ya gidiyorum. Birine bir kargo teslim etmeye, yo hayır, ondan bir şey teslim almaya, önce (burada aldığım notu okuyamıyorum) sonra dönmem gerek. Haritadan bakıyor nasıl döneceğime. Taksiye biniyorum. 15 TL'm var diyorum. Beni bırakıyor bir yere yolda, adacıklardan geçiyorum. Dar bir sokaktan geçerken sanal bir oyun açıyor. Duvarlarda araba lastiklerinin, kamyon lastiklerinin sesi, araba yarışı müziği, bir sürü renkli astraksiyon, bu oyunu oynamak yasak diyor. Polis ceza yazıyor. Sen, diyorum, teknoloji işi filan yap. Youtube'da kanal aç. Bir projemiz var, tüm beton dökme makinelerini tek bir haritada gösterecek çalışırken. Vay, diyorum, ne kadar yaratıcı.

Otogara ulaşıyorum, muavin maskeniz yok hasta gibisiniz deyip, isterseniz şuraya oturun gibi bir şeyler söylüyor. Bu yaptığınız terbiyesizlik diye başlayıp nutuk çekiyorum. Yolculara konuşma yapıp oturacak bir yer buluyorum.

Sonra, belki başka bir rüya bu. Alman bir ailenin evindeyim. Çocukları da var. Bana bir hikâye anlatıyor; 3 adımlı, masallar gibi. İçinde kıymetli dersler var. Şu an unuttum.Yanımda da biri var.

Yine bir arabaya/otobüse yetişmem gerek. Bir kartpostal gibi bir şey veriyor. İyi hislerle evden ayrılıyoruz. 


(07 Mayıs 2020 Perşembe - Eskişehir)

Bir çeşit yarışma vardı. Bilgisayardan, zoom gibi bir arayüz ile bir çok kişi bağlanmış, bir soru soruluyor ve ilk cevap veren kişi kazanıyor. Cevaplayanlardan birisi de E. idi sanırım. Bir sorunun cevabını Google'da yazarak arıyordum fakat bulduğum doğru değilmiş.


(08 Mayıs 2020 Cuma - Eskişehir)

A. Hocamın evine gelmişim, sanırım orada yaşamaya başlayacağım. Bana bir iş mi ayarlıyor, öyle bir şey. Belki de üniversitede bu iş. Evde birisi var. İlkokul arkadaşım Y. Onunla televizyon izliyoruz. Aramızda romantik bir durum var gibi. Yakınlaşıyoruz.

...

Bir psikiyatri merkezi ya da akıl hastanesi gibi bir yer, orada çalışıyorum ya da staj yapıyorum. Kaldığım ev, pansiyon ya da lojman gibi bir şey, yakınlarda. Hastanede bir kız var, orada yatıyor. Yanıma geliyor, salıncak gibi bir şeyde sallanıyorum. Bir eliyle penisimi okşamaya başlıyor. Sevişmek istiyorum. Onun dışarıya çıkıp çıkamadığını merak ediyorum. Nasıl bir ortam yaratabiliriz bunun için? Soruyorum. Haftada bir kaç saat çıkıp arkadaşlarında kalabildiğini söylüyor. Neyi ima ettiğimi de anlıyor. Sonra dışarı çıkıyorum. Toprağı eşelerken fark ediyorum ki aslında bu kız beni kullanıyor. Zaaflarımdan faydalanıp kendine bir kaçış planlıyor. Bunu fark ettiğimde yanımda N. var ve ona anlatıyorum.

...

Aynı yer, o öndeki toprak alanda, iki çocuk var. Onlarla bilye oynuyorum. Kendi bilyelerimi az önce eşelediğim toprakta bulmuştum, sahiplendim ve şimdi çocuklarla oynarken bu bilyeleri kullanıyorum. Çocuklardan birisinin adı Süleyman, diğerinin adı ise Öpsün imiş. İki defa oynuyoruz. Birinci oyunda en baştaki bilyeyi vurup tüm bilyeleri alıyorum, kolay oluyor. İkinci oyunda da biraz alıyorum, fakat her şeyi değil. Oynamaya devam edeceğiz.






3 Eylül 2020 Perşembe

Rüyalar - XXI

(24 Nisan 2020 Cuma - Eskişehir)

İstanbul, Kadıköy'deyim. Düğün gibi bir şey var, ona katılmak için gitmişim. Kaldığım evden çıkıyorum B. de oralardaymış. Buluşuyoruz. Ona dondurma yemeye gidelim diyorum. Güya oranın en eski dondurmacısını biliyorum. 

Düğünün olduğu yer kırsalda bir yermiş. Herkes gelmiş. B.'nin kaldığı yere gidiyoruz. Babasının arabasını alıp kırsaldaki yere geçiyoruz. Evde İ. de var. Arka odada tek başına uzanıyor. Yanına vardığımda fark ediyorum; tam karşısında bir tilki uzanıyor. Çıkardığım gürültüden dolayı tilki kaçıyor. Meğer bir kaç saattir öyle karşılıklı yatıyorlarmış. 

B. ile karşılıklıyız bir başka sahnede. Bir şey için ona teşekkür ediyorum. Sanırım geldiği ve eşlik ettiği için. Yanağından öpmek için uzanıyorum, o sırada başını çeviriyor ve ben de kasten olmasa da dudağını öpmüş oluyorum. İkimiz de utanıyoruz ama bir yandan ikimiz de bundan memnunuz. 

İzmir, Atatürk Mahallesindeki eski evimizdeyim. Meğer B.'nin ailesi bir alt sokakta oturuyorlarmış. Sinemaya gitmek için sözleşiyoruz, fakat filmi kaçırıyoruz ya da film iptal oluyor. Bize gidiyoruz. Yatak odasındayız. Birlikte kalacağız. Sevişme öncesinin heyecanı ve gerginliği var. Bir ara odaya ağabeyim de geliyor, B. ile tanışıyor. Sonra uyandım.


(25 Nisan 2020 Cumartesi - Eskişehir)

Kabak gibi bir yerde, bir kampingte yaşıyorum. Annem de oralarda. Akan suyun kullanım haklarıyla ilgili bir sıkıntı var. Bir de üzerine şöyle bir olay oluyor. Oradaki tanımadığım komşulardan birisi tırmığını getirip bana veriyor ve benden bir iş yapmamı istiyor. Tırmığı bildiğimce kullanıyorum, fakat sonra yanlış kullandığım için yaptığım işi durdurup gidiyorlar. Bir kaç gün sonra tırmığı kırmışım diye parasını istiyorlar; 200 TL. Kendimi savunmaya çalışırken sesler yükseliyor. Uyandım.


(26 Nisan 2020 Pazar - Eskişehir)

Burada gördüğüm rüyanın heyecanıyla bunu hemen yazıp daha önce paylaşmıştım. Kronolojik sırayı bozmamak için yeniden ekliyorum; bağlantısı burada.


(27 Nisan 2020 Pazartesi - Eskişehir)

Yine C. var bir yerlerde. Detaylar yok. Uzun bir üstgeçidin iniş merdivenlerinden bir tanesi onun evine çıkıyormuş. Oradan inip inmemeye tereddüt ediyorum. Onun bir sevgilisi olduğunu düşünüyorum/biliyorum. 

...

İkinci bir rüya. Bu rüyada I.* ile sevgiliydik. Bu tuhaftı. "Acaba benim neye ihtiyacım olabilir" diye düşündüğünü söylüyordu. Ben de kendi ihtiyacımı gözettiğimi, onun da öyle yapmasını söylüyordum, fakat bu söylediğimden o kadar da emin değildim, böyle olması gerektiğini düşünüyordum. Ağabeyimin kullandığı bir arabada arka tarafta oturuyorduk.

...

Bir fragman. Bir kadın var. M. gibi. Bir arkadaşım bu ama sevgilim olan birisi mi? Bir kuyu var. Arazide tarım için, çiçek yetiştirmek için. Bulanık.


(29 Nisan 2020 Çarşamba - Eskişehir)

Çocuklarla bir etkinlik düzenliyoruz. Mevsim kış gibi. Sanırım N. var. Çocukları biraz özgür bırakıyorum, ama N. biraz huzursuz oluyor. Tehlikeli olabileceğini bildiğim bir yer var ve bir çocuk oraya gidiyor. Burası üstü buz tutmuş ufak bir su birikintisi ya da bir kuyu. Buz kırılıyor ve çocuk içine düşüyor. Hızla gidiyorum çünkü çocuk biraz yüzerse ya da batarsa ona asla ulaşamayacağız. Zamanında varıp onu sudan çıkarıyorum. 

...

Ağabeyimle bir uzay mekiğindeyiz. Astronotuz ve dünyaya benzeyen bir gezegene gidiyoruz. Karlı ormanlardan geçip bir düzlüğe iniyoruz.

...

Bir sahne. Uzay aracındayız. Bir sürü de insan var. Uzay aracı geziye açılmış, gelenler yolcu ya da misafir. Yine ağabeyim var, bir de babam gelmiş. İnsanların nerelere gidebileceğini, nerelerde hangi güvenlik protokollerini uygulayacağımızı anlatıyorum. Babam beni dinliyor, anlamış görünüyor. Anlatırken şöyle bir benzetme yapıyorum: "Nasıl uçaklarda kokpite silahla giremiyorsan, burada da benzer bir durum var."

...

Bir başka rüya. B. evleniyor ve onun düğününe gitmem gerekiyor. Gitmeden önce kendime epey çekidüzen veriyorum. Sanırım birileriyle tanışacağım diye, ya da düğünde bir sebepten ön planda olacağım için bunu yapıyorum. Geç kalıyorum, düğün başlamış, B. (ve sanırım N. de) beni arıyorlar. Geç kalmış olmayı umursamıyorum. Hatta herkes oradayken girmek dikkatleri bana çekecek diye düşünüyorum.


(30 Nisan 2020 Perşembe, Nisan rüyalarının sonu - Eskişehir)

G. D.'nin defterini çalıyorum. Dışarıda bir masada duruyordu. Yo hayır, çalmıyordum. Açıp kurcalıyordum ki tam bakacakken o geliyor. Defter bendeyken yakalanıyorum, fakat bakarken yakalanmıyorum. Neden deftere baktığımı soruyor. Ya da bakıp bakmadığımı soruyor. Yalan söylüyorum: "Hayır bakmadım.", "O halde defter neden sende?" Cevap veremiyorum, kem küm ediyorum. Uyandım.

...


**Sık sık karşıma çıkan temalar; çocuklar, düğün, eski sevgililer, defter çalma... Bu aralar rüyaları yorumlamaya dair daha çok şey öğreniyorum; daha çok öğrendikçe kendi rüyalarımın yorumlarımı buraya yazmak o kadar manasız geliyor. Yine de rüyalarımın burada bulunması fikrini seviyorum, kimse okumasa da...

28 Ağustos 2020 Cuma

Porsuk Ritüeli

Kocaman bir su kütlesi geçiyor bu şehirden. Sık sık ve sık sık şaşkınlıkla bakıyorum ona. Bazan baktığım su kütlesinin yıllardır baktığım su kütlesi ile aynı olup olmadığını düşünüyorum. Bazan az evvelki nazarımdan bu yana gerçekleşen değişiklikleri ayırt etmeye çalışarak dikkat kesiliyorum, bazan kıyısında dolanan bir kediyi izliyorum, bazan yıllardır orada duran Çınarlara, Akçaağaçlara, Dişbudaklara, Huşlara ve Ihlamurlara bakıyorum. Bazan de dua ediyorum.

Yıllar önce -bir üniversite öğrencisiyken ben- karşılıksız kalan aşklarımın bir ifadesi, bir dua, bir iç dökme olarak, bir ritüel uydurdum. 

Bir insan tek başına bir ritüel uydurabilir mi?
Ben uydurdum.
Bir insan bir su kütlesi ile sohbet edebilir mi?
Ben ediyorum.

Bu ritüeli bir Tilki ile sohbet etmeden çok önce uydurmuştum; bir Tilki ile değil, meğer bir Porsuk'la sohbet etmiştim ilkin.

...



Ritüeli anlatacağım size şimdi.

Senenin ilk karı yağdığında dokuzuncu köprüye gidiyorum. Çünkü dokuzuncu köprü en az rağbet gören, ama manzarası da bir o kadar güzel olan köprüdür. Doğrusunu isterseniz oraya benden başka dokuzuncu köprü diyen yok. Sanırım bu şehirde kimse köprüleri benim kadar umursamıyor. Tıpkı su kütlesini umursamamaları gibi... Halbuki bir su kütlesi ne kadar önemliyse, köprüler de en az o kadar önemlidir. Su kütlesinin kendisi kadar kadim fakat unutulmaya yüz tutmuş bir bilgi bu.

Ne diyordum? Evet, dokuzuncu köprüye gidiyorum, yılın ilk karı yağıyor. Beni kalın eldivenlerim, mavi renkli berem, sanki her an dağda kamp yapmaya gidecekmişim gibi görünen yanlarından cepli havalı pantolonum, bileklerinden korumalı yürüyüş ayakkabılarımla hayal edebilirsiniz. Ayrıca polar bir boyunluğum da var. Kış boyunca bunları giyerim ben, başka kıyafetim yoktur. Bunlar eskidiğinde gidip aynılarından bir tane daha alırım. Aynı kıyafetleri giymeyi severim...

Ne anlatıyordum? Evet, karın yağmasıyla hava yumuşamış olur. Ağzımdan kocaman buharlar salarken muhtemelen kulaklarımdaki kulaklıklarımda bir Kış şarkısı döner. Kulaklıklarım da berem gibi mavidir. Mavi rengini, Tanrı şahidim olsun ki, severim. Fakat gökyüzü mavisi gibi; berrak, açık ve canlı bir maviden bahsediyorum. Gökyüzünü boyamak isteyen bir çocuğun pastel boyalarının arasından seçeceği tek mavi renkten bahsediyorum. Lacivert değil, camgöbeği hiç değil. Düz mavi. Tüm mavilerin en ortasında, en sıradan, en adi olanı. Eğer bir Mavi arketipi olsaydı, bunu ifade edecek olan ortalama ve evrensel maviden bahsediyorum.



Nerede kalmıştım? Ah evet, dokuzuncu köprüye geliyorum. Senenin ilk karı yağıyor. Hava yumuşak. Ağzımdan buharlar çıkarıyorum ve mavi berem kafamda. Köprünün demir tırabzanlarına yaslanıyorum. Aslında bunlara tırabzan denmiyor. Korkuluk deniyor. Köprülerin, hele de böyle demirden ve çelikten yapılmış köprülerin, korkulukları vardır. İnsanlar, olur ya, belki dengelerini kaybeder, ya da belki büyük su kütlesinin kolay kolay karşı koyulamayacak çekimine kapılır, maazallah, düşüverir... Diye... Sanırım... Korkuluk deniyor. Fakat ben tırabzan diyeceğim müsaadenizle. Çünkü bu tırabzanlar beni korkutmuyor. Ayrıca tırabzan kelimesinin tınısı daha güzel; tınısı güzel kelimeler için bir liste yapmıştık bir zamanlar... Bir de kelimeleri bilinçli şekilde yanlış kullanmayı seviyorum. Eğer bilinçli şekilde bir yanlış yapıyorsanız, bu hâlâ yanlış mıdır?

Ne diyordum en son? Hah, dokuzuncu köprüde, evet, yılın ilk karı yağıyor. Kışlık kıyafetlerimle ve mavi beremle ve mavi bir ruh haliye ritüele hazırım. Aslında-korkuluk-olan-tırabzanların üzerinde biriken kara aldırmaksızın, çift katlı kalın eldivenlerimi çıkarıp, ellerimle soğuk demiri kavrıyorum. Soğuğu hissediyorum. Hava yumuşak, doğru. Fakat demir yumuşak değil. Keskin soğuğu ellerimden bedenime çekiyorum. İçimdeki ateşle soğuğun kaynaşmasını izliyorum. İzliyorum dediysem, mecaz konuşuyoruz burada. Mecazdan anlamıyorsanız beyefendi, neden bu ritüel ile bu kadar ilgileniyorsunuz? Neyse... Mecazen izlediğim bu kaynaşma diyordum, nasıl desem, birbiri içinde erime, soğuk ile sıcak, uzak ile yakın... bu temas... yaşam yahu.


Ritüele geliyoruz, evet. Tırabzanın üzerine biriken karlardan çıplak ellerimle üç ayrı top yapıyorum. Bu topların büyüklüğü, ben diyeyim misket köfte siz deyin mürdüm eriği büyüklüğünde. Hayır, daha büyük olmaz. Anlaşma böyle. Bu sırada ellerim üşüyor, hatta biraz da uyuşuyor, ama bu da ritüelin bir parçası. Ben su kütlesine temas ediyorum, o da bana temas ediyor. Ben su kütlesini kavuşturuyorum, o da beni kavuşturuyor. Ben eyliyorum, ben niyaz ediyorum; o buyur ediyor, o dinliyor. Çünkü, evet, anlaşma böyle...

Nerede kaldık? Hah, bu üç kar topu, çok akıllı olanlarınızın hemen tahmin ettiği gibi, üç cemreyi temsil ediyor. Çünkü ritüeller birer temsildir. Gerçeğe doğrudan erişemediğimiz için, temsiller yoluyla ona erişiriz. Evet. Bana inanmıyorsanız köyünüzün büyücüsüne ya da cadısına sorabilirsiniz. Onların da rahatlıkla tasdik edeceği gibi, gerçek, duaların kabul olduğu yerdir. Nasıl ki baharda üç cemre sırayla havaya, suya ve toprağa düşüyorsa, benim kar toplarım da sırayla toprağı, havayı ve ateşi temsilen büyük su kütlesine düşer. Kendileri düşmezler elbette. Ben bahsettiğim sırayla onları büyük su kütlesine bırakırım. Bu sıra önemli. Bu sıralama, Tanrı şahidim olsun ki, çok çok çok önemli. Nasıl ki bahar gelirken ateş, cemre formunda diğer kütleleri yavaşça ve sırayla ısıtıyorsa, kışın başındaki temsili kar topları da suya yavaşça ve sırayla kavuşurlar. Büyük su kütlesi onları ancak ve ancak bu şekilde bağrına basabilir.

Eğer kar yağmamışsa mı? Eh, bunun da cevabı basit: İklimler değişir ama ritüeller değişmez. Ritüeller uyum sağlar. Eğer kar yağmıyorsa bu ritüeli tükürerek, işeyerek ya da ağlayarak da yapabilirsiniz. Tanrı şahidim olsun ki ben hiç büyük su kütlesine işemedim. Belki başka bir gece...

Değişmeyen gerçek şu ki, büyük su kütleleri, su kütleleri arasında ayrım yapmaz, onlar buyur ederler, kavuşurlar, beslerler; her biri tek bir Cansuyu'nun uzantısıdır. Ne diyordum? Hah, evet, büyük su kütleleri bağlayıcıdır. 


...

Kocaman bir su kütlesi geçiyor yaşadığım şehirden. Sık sık şaşkınlıkla ve sık sık hayranlıkla bakıyorum ona. Bazan baktığım su kütlesinin yıllardır baktığım su kütlesi ile aynı olup olmadığını düşünüyorum. "Ben aynı değilsem, o da değildir" diyorum kendi kendime. Bazan az evvelki nazarımdan bu yana gerçekleşen değişiklikleri ayırt etmeye çalışarak dikkat kesiliyorum; farklı bir dalga, değişik bir yansıma, yüzen ağaç dalları, rüzgârın suyun tenine dokunuşu... Bazan kıyısında dolanan bir kediyi izliyorum ve sudaki aksini fotoğraflamak için doğru açıyı bulmaya çalışıyorum. Bazan yıllardır orada duran Çınarların, Akçaağaçların, Dişbudakların, Huşların ve Ihlamurların heybetli gövdelerine bakıyorum uzun uzun. Nelere tanıklık ettiler ve neler biliyorlar? Kökleriyle nereye yürüyorlar? Ve ben, tüm cehaletimle, acaba anlattıkları hangi hikâyeleri duymuyorum?.. Bazan dua ediyorum kendi meşrebimce.

Bazan de bu büyük su kütlesine bakıyorum ve bir zamanlar sevdiğim bir kadının terinin, sidiğinin, regl kanının, tükürüğünün yahut bir göz yaşının tek bir damlasının tek bir molekülünün o an altımdan akmakta olan büyük su kütlesinin içinde olup olmadığını düşünüyorum. Büyük su kütleleri bizi birbirimize bağlar. Mesela döktüğüm terim, sidiğim, menim ve göz yaşlarım bir büyük su kütlesiyle akar, buharlaşıp bulut olur, yağar ve yer altında yolculuk eder, nereye gideceklerini ben tayin edemem, fakat önünde sonunda, her yol gibi, bu yol da ulaşması gereken yere ulaşır; bizi birbirimize bağlar.


Dokuzuncu köprüden Analog Porsuk fotoğrafları, çeşitli yıllarda ve mevsimlerde,
Nikon FM2 - Nikkor 50mm ile çekildi, filmler Fuji 200 ve Ilford 400 

24 Haziran 2020 Çarşamba

"Kelimelerden Daha Derin Şeyler"

“Onlara kapıldığımızda duygu ve hisler oldukça katı görünürler ve hepimiz onları bastırmaya veya ifade etmeye, onlardan kaçmaya ya da onların sebep olduğu fiziksel yahut zihinsel stresle alakalı bir şeyler yapmak istemeye alıştırılmışızdır. Üzüntü, korku ya da başka bir duygu ile beraberken koşulsuz şekilde şu anda seninle olabilir miyim? Bu duygular hakkında ne yapacağımı bilmeden, bir yönteme yaslanmadan, sadece kendi haline bırakarak, derin bir şekilde onlardan kurtulma arzumu bütünüyle anlayabilir miyim? Buradaki her şey, açıkça, güzellikle, tıpkı çiseleyen yağmur, geçen bulutlar ya da kuşların şakımaları gibi keşfedilmek, görülmek, duyulmak, hissedilmek ve dinlenilmek için varlar. 

Birinin söylediği bir söz hemen o anda diğeri tarafından anlaşılmayabilir, fakat zihin korkuya ya da bir şeyler istemeye ya da hatta yardımcı olma arzusuna saplanmadığında kelimelerden daha derin bir şeyler işlemeye başlar. ” – Toni Packer

Toni Packer'ın The Light of Discovery kitabından bir alıntı.
Çev.: Doğukan Sarıkaya

Phaselis, 2020 - (Nikon FM2, Nikkor 50mm, Fuji 200)


“Feelings and emotions do seem very solid when we're caught up in them, and we are all habituated to express or repress them, escape from them, or want to do something about the mental and physical distress they cause. Can I be unconditionally with you in the presence of sorrow, fear, or whatever? Can I be fully understanding of the deep desire to get rid of it all, without knowing what to do about it, without depending on a technique, just letting it all happen? Everything is right here to be discovered, seen, felt, and listened to openly, gently, as the splattering rain, the passing clouds, and the songs of birds.

The words that are spoken by one person may not be understood by the other this instant, but somethinng much deeper than words is functioning when the mind is not caught up in fearing or wanting anything, or even the desire to help.”

—Toni Packer

22 Haziran 2020 Pazartesi

"Sükûnet"

"Sükûnet güçtür, çünkü hassas olanı, savunmasız olanı incelenmekten, eleştiriden, reddedilmekten, sekteye uğratılmaktan ve sürgüne gönderilmekten uzak tutar. Sükûnetin koruyucusu muazzam bir denetime sahiptir. Mühürlü tuttuğu şey gizli kaldığı sürece asla zarar görmez. 

Sükûnet güçtür, evet, fakat sükûnet ne zaman koruyucusuna saldırıp onu esiri haline getirir? Konuşmak için doğal dürtüyü, şarkı söyleme itkisini ya da katkıda bulunma özlemini ne zaman engeller? Pek çokları konuşmak için açık bir daveti, bir iznin onlara lütfedilmesini ya da katkı sunmaya tatlı sözlerle ikna edilmeyi beklerler. Peki ya bu davet asla gelmezse? 

Sükûnet maksadımıza ulaşmamızı ya da başkaları ile bağlantı kurmamızı ne zaman engeller? Sükûnet, sağlıklı bir anlaşmazlığı, diyelim ki bir adaletsizliği göstermeyi ve değişimi başlatmayı, ne zaman engeller? Sükûnet, gerçekleşmeyi bekleyen bir devrime seslenmek yerine ne zaman suça ortak olur?"

Toko-pa Turner, “Aidiyet: Kendimizi Yuvada Hatırlamak” kitabından; belongingbook.com

Orijinal Post burada.

Çev.: Doğukan T. Sarıkaya


21 Haziran 2020 Pazar

Rüyalar - XX

(14 Nisan 2020 Salı - Eskişehir)

Sanırım Adana'dayım. Bir kadının yanına gitmişim. Daha önceki bir rüyamda da gördüğüm sarışın bir kadın bu. Adı Emine olabilir. Şehirde bir Go turnuvası varmış. Turnuvanın ilk günü işim olduğu için gidemiyorum. Akşamına eğlence olan yere gidebilmek için bir kaç kişiyi arıyorum, ulaşamıyorum. M.'yi arıyorum. O zaten Adana'ya hiç gelmemiş. Bu arada çay demleyeyim derken demliği kırıyorum. Ertesi gün bu Emine ile turnuvaya gitmişiz. Turnuvaya katılsak mı diye düşünürken, ben nasıl olsa 2 tur kaldı diye ciddiye almıyorum. Bir çocukla oynadığım maçı yarısında terk ediyorum, çünkü sıkılıyorum ve oynamak istemiyorum. Sonra H. geliyor. Kaç tur olacak diye soruyorum, "Toplam 7 tur olacak" diyor. Yani bugün 4 tur daha var. Pişman oluyorum ilk maçı bıraktığıma. H. "Ben izin aldım yarın da buradayım" diyor. Emine'ye soruyorum turnuvaya devam edip etmeyeceğini, o da edeceğim diyor. 


(15 Nisan 2020 Çarşamba - Eskişehir)

Bir uçak yolculuğu, sanırım Çin'e gidiyorum. M. de var. Ağabeyim ve annem de geleceklermiş. Uçağı kaçıracağım ya da iptal olacak uçuş, bir sorun var. Ama M. sayesinde ucu ucuna yetişiyoruz uçağa. Daha önce de buna benzer bir rüya gördüğümü anımsıyorum uyanır uyanmaz.


(16 Nisan 2020 Perşembe - Eskişehir)

İstanbul'dayım, Kadıköy'e gitmişim. R. ile karşılaşıyorum, bir binanın girişinde oturuyor. Boşanma kutlaması gibi bir şey varmış. "Aa ben bunu facebook'ta görmüştüm" diyorum ve bu etkinliğe ben de katılıyorum. Bir grup insan oturuyoruz bir masada. Sohbet ediyoruz R. ile. Küçük bir düğün salonu gibi burası, beyaz ışıklarla aydınlatılmış, beyaz plastik masa ve sandalyeler  var. Sonra oradan çıkıp gece bir evde kalıyorum. Ertesi gün C.'nin çalıştığı yere gidiyorum. Oraya giderken yolda A. G. ile konuşuyorum. "İş çıkışı beni bekleme, ben yetişirim sonra" gibi bir şeyler söylüyorum. Kadıköy'ün aşağısında bir yermiş geldiğim yer. C.'nin çalıştığı dükkan büyük sanat eserleri satan bir yer ama fotokopici gibi görünüyor. C. yorgun görünüyor. Biraz kilo almış. Beni görmüyor. Dükkana girmiyorum. Sonra burada bir zaman atlaması oluyor. Onu evine kadar izlemişim ya da izlemeyi düşünüyorum. Sonra başka bir yerdeyiz ve bana bir şeyler anlatıyor. İş vereninden bahsediyor, onun evine gitmişler, bununla alakalı bir şeyler anlatıyor. Bu hikayeden kesin tacizle alakalı  bir şeyler çıkacak diye düşünüyorum.


(17 Nisan 2020 Cuma - Eskişehir)

Bir çeşit depresyona girdim diye Ç. ağabeyin yanına gidiyorum, Muğla'da deniz kenarında bir muayenehane burası. Bana bir iğne yapıyor ve sakinleşiyorum.


(18 Nisan 2020 Cumartesi - Eskişehir)

Yatılı okul, yatakhane.  Yan ranzada N. var.  Etrafta tanıdık yüzler. E. yiyecek kahvaltılıklar getirmiş. Kamp zamanı. İlk gün çıkıp ortalıkta dolanıyorum, meğer benim içtimaya katılmama gerek yokmuş. Özgürce dolanıyorum, bir şeyler izliyorum. Kıyafetlerimi yıkamak için hazırlık yapıyorum.

...

Annem ve ağabeyim var. Önceki rüyanın devamı gibi ya da bir parçası. Bir okul bahçesindeyiz. Kristal şeklinde, altın renginde bir şeyler yağıyor gökten. Ağzıma alıp bunları kırabiliyorum. Yer bunlarla kaplanıyor. Kehribar gibiler. Okuldan kadın bir öğretmen çıkıyor. Bunları yiyebileceğimi söylüyor. Değişik bir olay yaşandığı için mutluyum. Annem ve ağabeyim de bu olay karşısında şaşkın ve heyecanlı görünüyorlar.





(19 Nisan 2020 Pazar - Eskişehir)

T. var. Ona bir oyun hazırlıyorum. Aramızda flörtöz bir hâl var. Ve bir tehlike var. Bir adam geliyor ve ondan saklanıyorum, bir yatağın altına giriyorum. Kalabalık bir insan grubu. Sonra T.'nin yanına gidiyorum. Sanırım başka bir adamla ilgili sorular var. T.'nin attığı fotoğraflardan bir klasör yapmışım. Ona gösteriyorum, epey yakın davranıyorum, dokunuyorum. Aramızda bir şeyler olduğunun/olacağının güveniyle durumun tadını çıkarıyorum.

...

Yer altından bir tünel kazıp "sevgilimle" buluşabileceğim yer kazayım diyorum, o da kabul ediyor. Kimdi o? Önceki rüyanın uzantısı olarak T. olabilir. Bunu hatırlayamıyorum.

Rüyalar - XIX

(7 Nisan 2020 Salı - Esk.)

Ö. var. Bir de Kartal araba. Sanırım onların evinden bir eşya almaya gidiyorum, o da bana yardım ediyor. Bir başka sahnede Kartal'ı kullanıyorum, yanımda bir kadın var. Bir radyo dinliyorduk ya da bir film izliyorduk. İngilizce konuşmam gerekiyor ama hem araba kullanıp hem İngilizce konuşamıyorum. Bunun epey zor olduğunu fark ediyorum.


(8 Nisan 2020 Çarşamba - Esk.) 

Sık tekrar eden rüya yine: C.'yi görüyorum. Bir erkek arkadaşı var. Tanışma ihtimalimiz vardı o kişiyle ve ben bundan hoşnutsuzdum.

Aynı gün ikinci rüya: Uzaydayım, bir oyun gibi. Ben oyunun içindeyim, bir sürü başka insan da var. Uzay araçlarımız var her birimizin, küçük podlar. Aşağı tarafta dev bir uzay gemisi var ve bir süre sonra kullanılmayacak hale gelecek. Birilerinden önce oraya ulaşmalı ve yer kapmalıyım, böylece gidebileceğim. Yüzlerce pod dev uzay gemisinin üzerine iniyoruz. Pod'dan çıkıp geminin içine girmeye çalışıyoruz. Fakat anlıyorum ki geç kaldım.


(12 Nisan 2020 Pazar - Esk.)  

Bir drone ile, daha sonra kurgulamak üzere bazı sahneler çekiyorum. Porsuk boyunda, çimenlerde, insanların arasında...

...

Gezegenin kenarındayım ve uzaya bakıyorum. Denizdeyim. B. ve E. de denizdeler. Sonra E. denizden çıkıyor, ben B. ile yüzmeye devam etmek istiyorum, "Kalacak mısın?" diye soruyorum. "Biraz daha kalabilirim," diyor. O sırada giyinmeye başlamıştı, bana cevap verirken yeniden soyunuyor. bir ara çırılçıplak kalıyor ve utanıp mayosunu giyiyor. Açıklara doğru yüzüyoruz. Orada, geriye doğru dönmekte olan K.'yi görüyorum. Fotoğraf makinemi ve eşyalarımı kontrol etmesini istiyorum. Sonra denizden geriye yüzen gürültücü genç bir grup geçiyor yanımızdan. Kaya parçalarının yanında bir yerdeyiz. Manzaramız uzay. Bir ara ışıklı askeri helikopterler geçiyor üzerimizden.


(13 Nisan 2020 Pazartesi - Esk.) 

İmgeler: Cumhurbaşkanı, suluboya, geçmişten bir şeyi anlatırken daha mutluydu, dökülmüş yapraklar topladık beraber, beni sevmişti, oldukça sevecen/babacan ama yorgun bir adam. Gece çarşıda yürüyüş yaptık, "Hiç konsere gidiyor musunuz?" diye sordum, "Bir sefer annemi götürebildim yakın zamanda." dedi.

...

Bir süper kahraman rüyası. Süper kahramanlar ölüyor, geriye sanırım sadece Harrison Ford kalmış, hepsini kurtaracak. Bir çeşit speederbike'a biniyor, kullanmayı bilmediği için uzaya doğru yükselip iniyor. İnerken havada uçan araçların yanından geçiyor. Bu araçlardan bazıları T-Rex kafasından yapılmışlar. Hayatta kalmayı başarmış bir kaç süper kahraman ile beraber Kapalıçarşı'ya ya da Kemerlatı'na benzeyen eski bir hanın tepesinde, çatısında bir buluşma oluyor. Örümcek Adam da var aralarında. Düşman yani villain da oraya geliyor, buluşma ifşa olmuş, bunu fark edince tüm ekip dağılıyor.

...

İzmir'in dışında kırsalda bir yerde atölye var. Arkadaşlarımın yaptığı bir atölye bu. Ç. ya da Ç. (hangisi bilmiyorum) birlikte kaldığımız salonun bir kenarında bir kadınla sevişiyor. Bu kadını tanımıyorum. Atölye ekibinin tamamı da burada Ç., Ç., B., C...

Daha önceki rüyalarımda da sık sık gördüğüm ilkokul arkadaşım D.'nin bir anahtarı bende kalmış, onunla buluşup İzmir merkeze gidip anahtarı ona verip döneceğim. Bu arada B. ile telefonda konuşuyorum. Sevgili olmaya dair yaşadığımız (ve ertelediğimiz) sürece mi dönsek artık diye fikir yürütüyoruz. Akşama buluşup yemeğe çıkalım diyorum. Sonra o da "Sekiz yıllık ilişkim yemek yüzünden bitti" diyor (C.'yi kastediyor). Ben de "Yemekleri tüküre tüküre yemiyorsan bir şey olmaz" diyorum. Bu konuşma boyunca bir kaç defa telefon konuşmamız kesiliyor. Hava oldukça kapalı, yağmur yağdı yağacak, hafif fırtına var. Saat 15.00'e geliyor. İzmir'e gitmek için bineceğim otobüsü arıyorum. Cebimdeki anahtarı kontrol ediyorum. Eski tip anahtarlardan, altın yaldızı rengi ve epey ağır. Otobüsümün sırasını bulup kuyruğa geçiyorum. Hemen önümde yaşlı bir amca var, 65 yaş üstü ücretsiz kartı varmış, onu kullanıyor.

Hem D.'yi hem de B.'yi göreceğim için heyecanlıyım. Hatta uyanmaya yakın bunu fark edip, uyanmak istemeyerek rüyayı uzatmaya çalıştım bir süre.



20 Haziran 2020 Cumartesi

"Bir Çan Kulesi Olsun Bu Karanlık"

Orpheus’a Sone’den
2. Bölüm XXIX

"Sessiz dostu nice uzakların, dur ve dinle
nasıl enginleştiğini mekanların soluğunla.
Bırak çalsınlar seni karanlık çan kulelerinde,
Ne varsa seni kemiren, tüm acımasızlığıyla,

güçlenir elbet, buysa bulduğu besin.
Sen yalnızca boyun eğ değişimin buyruğuna.
Nedir sana en acı vermiş deneyimin?
Su acıysa damağında, sen de dönüş şaraba.

Bunca doludizgin bir gecede,
sihirli bir güç ol duygularının çakıştığı yerde,
anlamını sende bulsun o tuhaf karşılaşma.

Ve unutulursan bu dünyadan olanlarca,
şöyle de sessiz toprağa: Akıp gidiyorum.
Seslen hızlı akan suya: Gelen, benim."

Rainer Maria Rilke
(Çev.: Turan Oflazoğlu)


Jean-Baptiste-Camille Corot - Orpheus Leading Eurydice from the Underworld, Kaynak

...

Bir takım notlar:
Almanca'dan İngilizce'ye iki ayrı çevirisini buldum.
Joanna Macy çevirisi ve Robert Temple çevirisiİkincisini daha çok beğendim.
Paylaşitığım Türkçe çevirisini Turan Oflazoğlu yapmış. Seçilmiş Şiirler ve Duino Ağıtları adlı kitaptan.
Neredeyse kendim çevirmeye kalkacaktım; açıkça densizlik olurdu bu. 

...

İnternette aramaya devam edince buldum, ikinci bir çeviri de Yüksel Özoğuz'dan, şu kitaptan geliyor:

"Suskun dostu sayısız uzakların, hisset,
soluğun nasıl da çoğaltıyor mekanı.
Çatı kirişlerinin karanlığında asılı
çanlar çalsın senin uğruna. Neyse seni

kemiren, güçlü olur bu doyumdan da.
Değişime bırak büsbütün kendini.
Nedir senin en acı veren deneyimin?
Şarap ol, içmenin tadı acı geliyorsa.

Aş tüm sınırları bu gecede;
sihirli güç ol düşüncelerinin yol ayrımında;
anlamı ol garip karşılaşmalarının.

Eğer seni bu yeryüzü unutursa,
de ki sessiz duran toprağa: Ben akıyorum.
Hızla akan suya da: Ben varım."

Rainer Maria Rilke
(Çev.: Yüksel Özoğuz)

8 Haziran 2020 Pazartesi

"Bilinci Değiştirmek"

"Geleneksel olarak, psikoterapi sadece bireyin kişisel geçmişine odaklanır, fakat geçtiğimiz on yıllar boyunca insan kültürünün bağlamını düşünme şeklimiz evrim geçirmekte. Bir insanın umutsuzluğu ya da tasası, yoksulluk, ırkçılık, ataerki ve kapitalizm gibi içerisinde yetiştirildiğimiz değerleri veya değerlerin eksikliğini göz önünde bulundurmadan düşünülemez. Diğer taraftan, Öz düzeyinde yaptığımız çalışma kolektif evrimimize katkıda bulunur.

İçimizdeki tiranları tahtından ederken insanın dünyadaki gücünün özgürleşmesine katkıda bulunuyoruz. İçsel kıtlıklarımızı takviye ederken, vizyonerlerine ve dışlanmışlarına değer veren ve onların ihtiyacını karşılayan bir kültürün yaratılmasına yardımcı oluyoruz. Ataerkinin içimizdeki etkisini ezdikçe, dünyada Eros'a yol açıyoruz. Bilinci içten dışa doğru değiştiriyoruz."


Toko-pa Turner, “Aidiyet” kitabından bir pasaj; belongingbook.com
Orijinal post şurada
Çeviri: Doğukan Sarıkaya

Görsel: James Firnhaber, jamesfirnhaber.com

6 Haziran 2020 Cumartesi

Altının Değerini Kendimiz Düşürebiliriz

Altının değerini kendimiz düşürebiliriz
önemsemeyip
düşmüş mü yükselmiş mi diye
pazar yerinde.
Nerede altın olsa
orada zincir de olur hani,
hele zinciriniz
altınsa
çok daha kötüdür
sizin için.

Kuş tüyleri, deniz kabukları
ve denizle şekillenen taşlar
nadir bulunur her biri.

Devrimimiz bu olabilir:
bolluk içinde olanı
kıt olan kadar
sevebilmek.

Alice Walker, görsel kaynak
Şiirin İngilizcesi şurada,
Alice Walker hakkında öğrenmek için Vikipedi Türkçe ve daha detaylı İngilizce
Çeviri: Doğukan Sarıkaya

"Şükran"

“Şükran yaşamın bütünlüğünü açar. Elimizdekini yeterliye ve daha fazlasına dönüştürür. İnkârı kabule dönüştürür, kargaşayı düzene, kafa karışıklığını berraklığa dönüştürür. Bir kap yemeği ziyafete dönüştürür, bir evi yuvaya, bir yabancıyı bir dosta dönüştürür. Şükran geçmişimize anlam verir, bugüne huzur getirir ve yarın için bir tasavvur yaratır.” – Melodie Beattie



4 Haziran 2020 Perşembe

Rüyalar - XVIII

(1 Nisan 2020 Çarşamba - Esk., bir akşam uykusu)

Y. ile ben, tuvalet olmadığı için bir asansörün tabanını bir şekilde çıkarıp orayı tuvalet olarak kullanıyormuşuz. Bir gün çok sıkışıyorum ve asansöre giriyorum. Köşede, benden önce onun gelip yaptığı çişini görüyorum. Sonra ben de işiyorum, bu sırada dışarıdan bir kadının geldiğini duyuyorum ve ona görünmemek için asansörle yeniden yukarı katlara çıkıp merdivenlerden iniyorum.

(Aynı gün ikinci rüya)

Bana E. gibi hissettiren, fakat o değil, belki tanımadığım birisi bu, şehre gelmiş, bir J. buluşması varmış. Beni de çağırıyorlar. Gidip gitmemek konusunda epey isteksizim ya da muğlak hissediyorum. Sonuç olarak gitmiyorum. Ama oradaki sohbeti ve eğlenceyi rüyamda izleyebiliyorum. Bu temsili kadın da benimle ilgileniyor, güya İstanbul'da yaşıyormuş, beni oraya çağırıyor.

(Üsttekinin devamı gibi görünen bir fragman)

Ağabeyimle bir evde yaşıyoruz. Bir de kedimiz var, Yoda gibi. Eski bir apartmanın üst katlarında, temiz, düzenli ve geniş bir ev bu. Ağabeyim yok, ben bir sebepten eve geliyorum. Bir eşya alacağım sanırım. Kediyle biraz vakit geçiriyorum.

(Bir başka fragman)

Hiçbir şeyim olmamasına rağmen korona virüs testim pozitif çıkıyor, karantinaya alınacağım.


(3 Nisan 2020 Cuma - Esk.)

3 tane kadın var, İsa'yı temsilen de Jude Law. Bir tatil yerinde gibiyiz. Bir kasabanın ucu. kadınlardan birisini beğeniyorum, diğer ikisi ise şişman. İsa onları mutlu etmek için hepsiyle ilişkiye girecek.

...

Yine Eskişehir'deyim, yatılı bir okul. Bir sürü hadise oluyor. Fakat ben ne yapıyorum, ne yapacağım diye dertleniyorum. İç sıkıntısı.

Jude Law'ın İsa'yı oynadığı The New Pope dizisinin fragmanı



(4 Nisan 2020 Cumartesi - Esk.)

N. beni arıyor ve benimle ilgileniyor. Flörtöz bir ilgi bu. Sonra sordum; "Şu çocuk ne oldu?" O mevzu bitmiş. Şimdi bana bir şans tanıdığını düşünüyorum.


(5 Nisan 2020 Pazar - Esk.)

Kırsalda bir etkinliğe gitmişim, daha önceki grupla karşılaşıyorum. Önce T.A.'yı görüyorum sonra da B.'yi. İkisi de benimle selamlaşıyor, ben yine de çekiniyorum. Sonra B.'nin sevgilisini görüyorum. Adamı tipsiz ve itici buluyorum. Fakat herhangi bir duygu hissetmiyorum.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

"Kendilik ve Ötekilik Arasındaki İlişki"

"Aidiyet uygulamasında, yiğitlik ya da başkaları üzerinde hâkimiyet kurmayı değil, fakat şeyler arasındaki iletişime adanma becerisini ararız. Kendilik ve ötekilik arasındaki ilişki için derinleştirici bir harekettir bu. Birbirimizin ve etrafımızdaki dünyanın koruyucuları olduğumuzda, bizler de korunuruz. Başkalarını yaşamımızın manzarasına davet ettiğimizde, gizli parçalarımızla onlara nüfuz verdiğimizde kendi oluşumuzda daha iyi yer tutarız."

Toko-pa Turner, “Aidiyet” kitabından; belongingbook.com

Artwork by Tifenn Python (tifenn-python.squarespace.com)

29 Mayıs 2020 Cuma

Ocean of Remembrance

Ne zaman şu albümü dinlesem kendimi Yalova'ya, Termal'e ışınlanmış bulurum. Sabaha karşı dönen insanlara bakarken, yumuşacık müzik, yarı uykulu yarı hûlyalıyım, bir minik uyku, belki bir rûya, sonra bir daha uyanıp dönenleri izlerim, izlerim ama rüya gibidir bu da, yavaş yavaş gün aydınlanır, tahta parkenin kenarında pudra dökülmüş, dönenler rahatça dönsün diye, sonra defteri açar iki şey karalarım, biraz çizerim, biraz ağlarım -şifa ağlaması bu- sonra yine uyuyakalırım, bir rûya daha, sonra uyanır biraz ayılırım, birisi bir diğerinin üstünü örter, iki kişi dönmeye devam eder, ben izlerim, şifayı hissetmeye devam ederim, yumuşacık, usul usul akar, tıpkı kenar pencerelerden içeriye vuran sabahın ilk ışıkları gibi her şey. Hayatımda din denen şeye samimiyetle en yaklaştığım yerdi Dergâh... Bir de Oruç Baba'nın sesi ayrı bir hüzünlü geliyor artık. Özellikle Veysel Karani'yi söylerken...


Ocean of Remembrance
2014, 2015 ve 2016 yazlarında Dergâh'ta geçirdiğim günlerin anısına...

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Istırap ve Hediye Üzerine Bir Çember

“Söyleyebilirim ki, başlarda yaşamımın itici gücü özgür olmakla ilgiliydi ve sonra fark ettim ki özgür olmam başkalarından bağımsız değil. Sonrasında kişinin kendi üzerinde çalışmasının, daha fazla ıstırap yaratmayarak başkalarına bir hediye olduğu çembere vardım. Kendimle çalışarak insanlara yardım ediyorum ve insanlara yardım etmek için kendimle çalışıyorum.”  – Ram Dass



Çeviri: Doğukan Sarıkaya

18 Mayıs 2020 Pazartesi

"Zanaatin Çıraklığı"

"Dünyaya güzellik katmak için uzun çabalara giriştiğimizde, tıpkı yaratıldığımız gibi yaratarak bizi yapanı onurlandırırız. Bize, özlemini çektiğimiz yaşamın yavaş ve özenle bir araya getirilmesine saygılı olmamız öğretildi. İlmek ilmek, zanaatin çıraklığını yaparız. Gizemle ortaklaşa çalışır, ritminin kemiklerimizdeki hafızayı uyandırdığını hissederiz. Eller işlerken, zihin sessizleşir ve tüm dünyanın birlik içinde olduğu derin adanmışlığın ritmine açılınca, daha büyük bir dinleme devreye girer. Eğrelti otları ortaya çıkar, nergisler trompet çalar, gül goncaları semirir ve yaratılışın şarkısı duyulabilir.

El işi aynı zamanda bize yaşamın somutlaşması için gereken sabrı da öğretir. Kestirmeler yoktur ve ucuz bir şekilde ya da toptan yapılamaz. İş küçüktür, iş yavaştır ve tek yapabileceğimiz de bunu akılda tutmaktır. Dr. Clarissa Pinkola Estés’in dediği gibi, “Kolay olan yol, kısayol, daima parçalarına ayrılıp dağılır. Sonra kişi el yapımı (handmade) yaşama geri döner. Kişi bunu acıyla yerden almalı, tüm deseni aklında tutarak parçaları yeniden birleştirmeli, ama sabırla çalışmalı, parça parça.”"

Toko-pa Turner, “Aidiyet” kitabından; belongingbook.com
Orijinal post

Görsel, Matthew Forsythe; http://www.comingupforair.net/

17 Mayıs 2020 Pazar

"Yaşam Çözülecek Bir Sorun Değil Yaşanacak Bir Deneyimdir"

(Tutup da bir kitabın son sayfalarını paylaşmak, nasıl desem, çok iyi bir paylaşma yaklaşımı olmasa gerek. Aşağıda alıntıladığım kısım James Hollis'in Ruhun Kaygan Kumları kitabından, bir kaç paragrafı çıkararak paylaşıyorum... Daha önce 'kendimi iyileştirme' sürecime ilişkin yazıda bu kitaptan bahsetmiştim. Bunu paylaşıyorum, çünkü hem ihtiyacı olan birilerine dokunabilir, hem de kendime hatırlatma olsun istiyorum. Dönüp dönüp bakacağım...)



"Hepimiz imkansız iki hayale tutunuruz; ölümsüzlük ve Büyülü Diğeri. Bir tür ölüm farkındalığı, zihni hep işgal etse de, ölümün bu kitapta tartışılan kaygan kum durumlarından olmadığına dikkatinizi çekerim. Ego güvenlik, denge ve kontrol arayışında olduğundan ölüm onun için en büyük tehdit, en azılı düşmandır. Belki de ölüm egonun küçük takıntılarından bir kurtuluş, bir aşkınlıktır. Eğer Hindular haklı ise, insan ruhun nihai özgürleşmesine kadar tekrar tekrar doğacak. Eğer Budistler haklı ise, hayat kötü bir rüya, bir yanılsama, egonun bir sanrısı. İnsan egonun emperyalizmini aşabilirse, o zaman acısını çektiğimiz yanlış yaşam-ölüm bölünmesini de aşabilir. Eğer Hristiyanlar haklı ise, ölümden sonra hayat var. Eğer Yahudiler haklı ise, bizler torunlarımız vasıtasıyla hayata dönüyoruz. Kişinin inancı her ne olursa olsun, kişisel ölümlülükle karşılaşma hayata derinlik veren bir nirengi noktası; kim olduğumuz ve ne yaptığımıza ilişkin bir ruh derinliği sağlar. 

Kesinlikle söylenebilecek tek şey, içimizde en gelişmiş şekliyle vücut bulma peşinde bir gizin aktığı ve içimizdeki bu gize ne zaman hizmet etsek dışarıdaki giz ile bir bağlantı deneyimlediğimiz. Bu giz ile bilinçli bir ilişki içinde olduğumuzda, daha derinden canlanırız. Ego zaman zaman varoluşsal endişe sellerine kapılsa da, egonun ruhun ufacık bir parçası olduğunu biliyoruz. Hükümran ego ruhun geri kalanı ile gönüllü bir ortaklığa boyun eğdiğinde, birey büyük giz karşısında daha rahat olacaktır.

Ölümsüzlük iddiasında olsa, ego ne kadar da dayanılmaz olurdu. Ama Shakespeare'in dediği gibi, "Altın kızlar ve erkekler de bir gün / Toz olacak tıpkı baca temizleyiciler gibi". O halde ölüm, endişemiz olmakla birlikte kaygan kumlardan değil. Ölüm, mütevazı bilgeliği olası kılandır.

Büyülü Diğeri hayali, bir yerlerde birisinin bizi kurtaracağı umudu, hayatımızı yoluna koyacağı, bizi bu yolculuktan uzak tutacağı fantezisi de her zaman her yerdedir. The Bridges of Madison Country romanının ve filminin gördüğü ilgi, bu tehlikeli umudun bir ifadesi; bir gün arka bahçemizde bir yabancı belirecek, bizimle çılgınca sevişecek ve böylelikle ruhumuzla hasret kaldığımız bağlantıyı kurmuş olacağız.

Böyle bir fanteziye uzun süre kapılmak, çocuksu düşünceye kilitli kalmanın garantisi olacaktır. Çocuğun ebeveyne bağımlılığından miras kalmıştır bu; doğal olarak gelecekteki tüm ilişkilerinin gizli modeli haline gelir. Böylelikle güçlü ebeveyn paradigmasını Diğerine aktarırız. Her şeyden öte, bu hayal, erken dönem gündeminin bu aktarımı, ilişkiyi baltalar. Komplekslerimiz bu taze ve umut vaat eden ilişkiyi zehirlemekle kalmaz, bu büyük gizli gündemin gereğini yerine getirmediği, erişilmez beklentilerimizi karşılamadığı için diğeri karşısında öfke ve düş kırıklığı da duyarız. 

Sonunda Büyülü Diğeri diye birini bulsak bile, benliğimizin bütünlenmesine engel olacağı için, bize en büyük tehdidi o oluşturacaktır. Daha dün bilge bir danışanım bana "umuda bağımlı" olmaktan vazgeçmeyi öğrendiğini söyledi. Anlamlı bir ilişki bulmayı istemekle birlikte, Büyülü Diğeri hayalini bırakma gücünü kazanmıştı. Onun bırakışı, T. S. Eliot'un, "Umut olmaksızın bekle / Çünkü umut yanlış bir şey ummaktır" derken kastettiği idi. 

Ölümsüzlük fantezisi de Büyülü Diğeri hayali de şimdi-burada ile, bu hayatla bağlantımıza engel olurlar. Eğer tanrılar bize orta yaş ve ötesine ulaşmayı bahşetmişse, hatırı sayılır acılar görüp geçirmiş olacağımız kadar, kendimizi sorgulayıp yenileme gücünden nasibimizi almış olacağımız da kesindir. Bu kendini yenileme sadece Parnassus, Atina veya Kudüs ya da Zürih'e değil, bize en çok şey öğretecek olan kaygan kumlara da ziyareti gerektirecektir. Orta yaş ve ötesini görmüşsek, bilgeliği deneyimleme şansına sahibiz demektir. Böylesi bir bilgelik, egonun yeğleyeceği gibi her şeyin ustası olma bilgeliği değildir; ancak egonun düşleyemeyeceği kadar zengin bir bilgeliktir. "Kapısı sıkışık, yolu dardır hayata giden yolun." (Mata İncili, 7:14)

Her birimize sunulan bir yolculuk vardır. Her birimiz bireyselleşme şartının en iyi bir şekilde ifadesinden sorumluyuz. Bu işi her durumda bilinçle, günbegün yapmamız gerekmekteyse de, bir terapist eşliğinde kolaylaştırmayı da seçebiliriz. Terapist de bu ilişkiye yaralı gelir ama onun yaraları üzerinde çalışmış olduğunu ve bize bilgece eşlik edeceğini beklemeye hakkımız vardır. Kaygan kumlarda yolunu açma çabası iki taraf için de alçakgönüllü ve değerli bir deneyim olabilir. Jung şöyle yazar:

"Psikoterapinin temel amacı, danışanı mümkün olmayan bir mutluluk durumuna taşımak değil, acı karşısında sebat ve felsefi bir sabır elde etmesine yardımcı olmaktır. Yaşam, tamamlanması ve doyum vermesi için, sevinç ve keder arasında bir denge gerektirir. Ama acının tartışmasız nahoşluğu nedeniyle, insanlar insanlığın payına ne kadar korku ve keder düştüğünü düşünmemeyi yeğlerler elbette. Bu nedenle de, yeterince acı çekilmedikçe mutluluğun kendi başına zehirli olduğunu unutarak ilerlemeden ve olası en büyük mutluluktan avutucu bir biçimde söz ederler. Bir nevrozun ardında çoğu zaman danışanın katlanmaya razı olmadığı tüm doğal ve gerekli ıstıraplar gizlidir:"

Aynı ıstırabımızda, ortak bir yolculukta birleşiriz. Yolculuk bizimdir. Hatırlatır Jung:

"Kişiliğin kazanılması... yaşamın yüzünde patlayan yüksek cesaret eylemi, bireyi oluşturan her şeyin mutlak olumlanması, olabilecek en büyük kendi kaderini belirleme özgürlüğü ile birleşmiş evrensel varoluş koşullarının en başarılı uyarlamasıdır."

"Her birey, sürekli değişen ruh halleri içinde yeni bir yaşam deneyi ve yeni bir çözüm denemesi veya yeni bir uyumdur." da der Jung. Kaygan kumlardaki çalışmamız, yaşam gücünü ileriye götüren yeni uyumu yaratan şeydir.

Jung, her nevrozun "gücenmiş bir tanrı" olduğunu belirtir. Bununla söylemek istediği, arketipik bir ilkenin ihlal edildiğidir. Her kaygan kum halinde saklı görevi üstlenerek, ilahi olanı geri getirmeyi olası kılarız. Neden "ilahi" diyorum? Çünkü ruhun edimlerinin doğasında dinsellik vardır. Bağlantı, anlam ve aşkınlık peşindedir. Bu ilahi ilkeleri, dağların tepelerinde, katedrallerde değil, daha çok kaygan kumlarda keşfedebileceğimiz ise paradoksların en derinidir.

Tüm aşkın gizemiyle birlikte yaşam bir yandan da bulanık bir şey, bir lekedir. Onu hiçbir zaman bütünüyle berrak göremeyiz Asla tam yoluna koyamayız onu; asla tümüyle düzeltemeyiz, asla bitiremeyiz.

...

Yani, her şeyi hiçbir zaman bütünüyle yoluna koyamayız. Bulanık ve lekeli, aşırı hızlı, aşırı karmaşık, aşırı belirsizdir yaşam. Berraklık, amaç ve zafer yalnızca arada bir ortaya çıkar. Tıpkı şeytani olan gibi tanrısal olan da içimizde aksa da tanrı değiliz kuşkusuz. Hayatta kalabilmemiz, huzur anları yaşamamız, başkalarına incelik göstermemiz, hatta bazen kendimize bir parça hayrımızın dokunması bile mucize.

...

Son tahlilde sorunlarımızı çözmeyiz, çünkü yaşam çözülecek bir sorun değil yaşanacak bir deneyimdir. Daha derin, daha da derin anlama doğru ıstıraplardan geçmiş olmak yeter. Böylesi bir anlam zenginleştirir ve kendi kendinin ödülüdür. Ruhun kaygan kumlarından kaçınmayız ama onlara bize sunabilecekleri şeyler için değer vermeye başlayabiliriz.

Hareketsiz dururken, yine de bir yandan
Başka bir yoğunluğa
Daha ileri bir birleşmeye, daha derin paylaşmaya doğru
Karanlık soğuk ve boş ıssızlıktan geçip
Hareketimizi sürdürmeliyiz.

(T.S Eliot, The Four Quartets, p.129)"

16 Mayıs 2020 Cumartesi

"Dünkü Fırtına Çoktan Dinmiş"

İnsan şükürlerini de yazabilmeli, özgürce. Kutlamalarını kutlamalı, şükürlerine şükretmeli. Yazma (ve üretme, ve yaratma) itkisi sadece ve sadece olumsuz tınlayan enerjilerin bir neticesi değildir, öyle olmamalı. Ol(gunlaş)mak hangi enerjilerle neyi nasıl ürettiğimize ilişkin olarak da ele alınabilir. Alınabilmeli. Ben alıyorum. Artık.

Çünkü bu gece, çok şükür.

Kanlıkavak'ta uzunca bir yürüyüş sonrası dört günlük karantina için eve girdim. Bir iki youtube videosu seyrettim. Biraz çeviri yaptım. Kedileri sevdim; Yoda'yı kucakladım, Bihter'le konuştum. Gece yaz serinliği. Şortla oturuyorum. Gün otuz beş dereceydi; erken bir yaz günü bu. Bizi bekleyen kavurucu sıcakların yarattığı kaygıyı arka plana aldım, şu an kaygılanma zamanı değil. Dingin. Bu yazın ilk kayısısını yedim az önce. Lezzetli. Buse'nin trenli, vagonlu, gürültülü, kapılı ve heyecanlı rüyasını okudum. Film gibi. Bir şeyler oturmuştu hani, şimdi silkelenip yerleştiler iyice. Şimdi su daha berrak. Arzu demişti kadın ve adam da biliyordu bunu. Şimdi idrak zamanı. Sevgi. Porsuk gibi, huzurlu bir akış bu. Akıyor, beklentisiz. Bir nehir duramaz; nehirler durmaz. Nehirler akmak zorundadır. Nehir olmanın gereğidir akmak. Her şey -geçici de olsa- biraz daha yerleşti şimdi. Bunlar da geçecek, ona ne şüphe. Bir şarkı geliverdi aklıma. Belki de on yıldır dinlememiştim. 16 yaşımdan bugünüme selam verdim. Yaşamak ne tuhaf; her geçen yıl zamanda yolculuk yapabilmek daha da kolay. 32 halka oldum. 32 ne güzel sayı. Şarkıyı hazine bulmuş gibi dinledim. Sonra yeniden. Sonra yeniden... Tanıdığım ve özlediğim o duygu içimde belirip çiçeklenene kadar dinledim: Dingin

(Kahraman, sonsuz yolculuğundayken, bazen en kritik aşamasına gelince, yüzleşme esnasında ya da yüzleşmeye varmadan önce her bir canavarı alt edip engelleri aşarken ya da bazen en umutsuz olduğu o anda, dönüş yolunu bulamadığında, geçmişinden bir şeyi çıkarıverir heybesinden, cebinden, ötealemden. Bir bilgeden almıştır, bir seyyahtan, bir arkadaştan, bir ruhtan, bir Kaplumbağa'dan, bir sevgiliden, bir cadıdan ya da bir sıryutandan; bu bir tılsım, bir tohum, bir saç teli, bir sikke, bir ukulele, büyülü bir... şey. Geçmişinden bugüne uzanan kurtarıcı bir el. Yolculuğun aslında bir yazgı olduğunu ve bunu daha en başından tüm kainatın bildiğini muştulayan bir kanıt, umut tükendiğinde ya da çözüm bulunmadığında ortaya çıkar ve kahramana gücünü hatırlatır: Kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu.)

Şarkıyı yeniden dinledim. Yeniden. Yeniden...

Bir kabul hâli geliverdi. Kabul ediyorum. Olanı ve biteni, olmayanı ve bitmeyeni; hepsini kabul ediyorum. Kabul ediyorum. Elimden bir şey gelmediği için değil, hayır. Elimden gelenin en iyisi bu olduğu için. Kendimle gurur duyuyorum.

Sanırım iyi ölmek dedikleri böyle bir şey.

...

Şimdi su çok berrak ve ben şükrediyorum. İyi ki... Çok şükür

Hayatımda hiç bu kadar dua etmemiştim. İki yılda üç asır dua ettim. Şimdi üç asır şükredeceğim.

Suya uzanıyorum. Avuçlarımı usulca suya daldırıyorum, hiç dalga oluşmuyor. Berraklığından tek bir şey kaybetmiyor. Bir avuç suyu yüzüme çarpıyorum. Serin. Bir avuç suyu içiyorum. Taze. 

Sanırım ben bir Ağaç'a dönüşüyorum. 

Kökler.

Köklerimi öyle derinlere gönderdim ki, ne kadar heybetli olacağımı bilerek kıkırdıyorum şimdi. 16 yaşımdan bugünüme selam yollamışım. Şimdi 48'e, şimdi 54'e, şimdi 60'a uzanıyorum. Çok şükür. İyi ki yaşıyorsun. İyi ki sensin. İyi ki sevdin. İyi ki sevdin. İyi ki sevdin. İyi ki...

Unutmamak için yazıyorum. Unutmamak için. 



Apollonia yolundaki bir Meşe, 2015
Nikon FM2, Fuji 200

Rüyalar - XVII

(27 Mart 2020 Cuma - Esk.)


(Bir kaç parçalı rüya, her biri İzmir'de geçiyor.)

Bir kişiyle Çeşme taraflarından İzmir'e dönüyoruz, kullandığımız araba çalıntı bir araç. Yakalanmadan bir yere ulaşmamız gerekiyor. Fakat yol üzerinde bir noktada polis kontrolü olduğunu biliyoruz. Arabayı şimdi ağabeyim kullanıyor (tanımadığım kişi yok oldu). Polis kontrol noktasında aracı dikkat çekecek şekilde durduruyor ağabeyim, polis de gelip kontrol ediyor bizi. Nasıl oluyorsa bu işten ceza almadan ya da çok hafif bir ceza ile kurtuluyoruz. 

...

İkinci rüyada da bir suç unsuru var (ne olduğunu bilmiyorum). Bu sefer Atatürk Mahallesi'ndeki eve geliyorum. Annem ve ağabeyim var, bir de adam var - belki de babam bu. Sessizce eve girip bir şeyler yapıp çıkacağım ama ev ahalisi uyanıyor. Kahvaltıya oturuyoruz. Annem durumun (yani suçla ilgili olan şeyin) farkında. Diğerleri bilmiyor.

...

Üçüncü rüyada İ. ile beraberiz. Meğer İzmir'de bir market işletiyorlarmış. Sanki Güzelyalı taraflarında. Bir kız İ.lerin evine görücüye gelecek. Dükkanlarına komşu olan başka bir dükkanı işleten ailenin kızı bu. Sanırım avukat. Görücüye geleceği için İ.'nin bir sürü akrabası çağrılmış; halalar, amcalar, anneanne... Diyorum ki, "kız bu kadar insan gelince utanır, fazla değil mi?" Kendimce akıl veriyorum. İ. beni dinliyor, hak da veriyor bana. Ama değişen bir şey yok. Başka bir şey anlatıyor bana; "Önceden ben bu kızın farkında değildim, yani gençken. Gözüm 21'imden sonra açıldı." 21 sayısı çok net ve vurgulu. Kız görücüye geliyor, ben dışarıdan izleyebiliyorum olayları. Ev kalabalık ama kız rahat. Kızı beğeniyorum.

Sonra kız bir süreliğine marketin yanında cep telefonu aksesuarları satılan dükkanın kasasına geçiyor ya da onu oraya koyuyorlar, sanki deneme amaçlı gibi. Rüya bitiyor.

*21 sayısının belirli bir önemi var gibi, ama üzerine çok düşünmedim bunun.


(29 Mart 2020 Pazar sabahı - Esk.)

Bölük pörçük rüyalardan parçalar. Bir zamanlar parçası olduğum bir topluluktan birisinin evinde bir kutlama varmış. Yeni yıl sanki. Ben bunu önce bir kayıttan izliyor gibiyim. Birileri video çekip sosyal medyada paylaşmış gibi. Orada C.'yi sevgilisi ile görüyorum. Net değil, kısa bir an. Bir yandan meraklanıp daha fazlasını görmek istiyorum, bir yandan da bundan acı çekeceğimi bildiğim için görmek istemiyorum.

Sanki bilinç dışım yaşadığım ikilemin farkında olarak bana daha fazlasını göstermiyor.


(31 Mart 2020  Salı - Esk.)

Yine İ. var. Bir cafe işletiyor. Ben de ona yardım ediyorum. Burası Monk'tan daha farklı bir yer. Daha küçük ve salaş. Asıl ne iş yapmam gerektiğini bir türlü bulamıyorum. Tüm arayışlarım boşa gitmiş gibi sanki. Sonra da İ.'ye kızıyorum, bana yardım etmedi diye. Cafe'yi bırakıp gitmeye karar veriyorum. Ama parasız ve çaresiz durumdayım.

...

Önceki rüyanın devamı gibi. Kırsalda bir yerde yaşayan anne, babam ve ağabeyimin yanına gelmişim. Burası Tilki Yuvası'nın arazisi değil, başka, bilmediğim bir yer. Önceki rüyadaki arayışım devam ediyor. Bir gün birileri, belki akraba (ama gerçekten tanımıyorum bu kişileri) çiftliğe misafirliğe geliyorlar. Dışarıda fırtına var. Bana S.A. Çiftliğine gidip orada çalışmamı tavsiye ediyorlar. Para da veriyorlarmış. Olabilir diyorum, hatta orada C. ile karşılaşma ihtimalim olduğunu düşünüyorum (hem bu ihtimale seviniyorum hem de kaygılanıyorum). Sonra misafirler gidiyor. Virüs getirmiş olabilirler diye ellerimi yüzümü iyice yıkıyorum. Ayrı havlular kullanmamız gerektiğini söylüyorum anneme. "O zaman herkes kendi havlusunu alsın" diyor, bu konuyla uğraşmak istemiyor. Dışarıda lodos çok kuvvetli, soba bacasına basıyor ve biraz tütüyor soba. "Söndürsek mi?" diye soruyorum, "birazdan geçer" diyorlar. Dışarıyı ve fırtınayı izliyorum.