Bugün Nevzat Erkmen'in Korona virüsü sebebiyle hayatını kaybettiğini öğrendim. Ne zaman Nevzat Erkmen'in ismini duysam bu beni bir anıya götürür; madem bunu paylaşarak ben de ustayı anmış olayım:
Hâlâ gazete satın alıp okuduğumuz zamanlarda, fazla değil 10-15 yıl önce, herhalde Radikal gazetesinde, o yıllardaki medyatik entelektüellere "okumakta en çok zorlandıkları kitapları" sormuşlardı (medyatik entelektüel diyorum çünkü yanlış hatırlamıyorsam listede hatırı sayılı edebiyatçıların yanında Hıncal Uluç gibi bir kaç kişi de vardı). Hemen hemen hepsinin söylediği ilk kitap James Joyce'un Ulysses'i idi. O zamana kadar hiç duymadığım bu kitabı merak edip -e Yunan mitolojisine de bayılıyorum ya- Harp Okulu'nun kütüphanesine yollandım. Hiç kimsenin dokunmadığı gıcır gıcır bir Ulysess, hem de Kazım Taşkent baskısı, gerçek bir tuğla şeklinde raflarda beni bekliyordu. Hevesle açtım kitabı. Önce Enis Batur'un önsözünü okudum. Daha sonra kitabın çevirisini yapan Nevzat Erkmen'in yazdığı şu kısmı okuyunca merakım ve hevesim katlandı:
"Dünya Zekâ Oyunları Şampiyonaları bağlamında Türk Beyin Takımı'nın kaptanı olduğumu bilenler, nasıl olup da böyle bir yazın işine girişmiş olduğumu sorduklarında şu anekdotu dinlerler: Vittorio Gassman, Catherine Deneuve ile oynadıkları Anima Nera filminde, Ulysses'i kitaplığın edebiyat rafına yerleştiren baş kadın oyuncuya alaylı bir şekilde güler. Niçin güldüğünü ve kitabı hangi rafa koyması gerektiğini soran oyun arkadaşına Gassman'ın yanıtı şöyledir: "Bulmaca ve Sözcük Oyunları rafına koymalısın!"
Yıllarca satranç oynayıp, bir de okulun Go kulübüne gitmeye başladığım günlerde beni bundan daha çok teşvik eden bir şey olamazdı herhalde. Kitabı kütüphane kartıma işletip uçarcasına sınıfın yolunu tuttum.
Zorlana zorlana, hiçbir şey anlamaya anlamaya 20 sayfa kadar okudum. İnat etmiştim, anlamasam da okuyordum. O kadar anlamıyordum ki, üzerine kafa bile yoramıyordum. Hayatımda ilk defa bir şeyi 20 sayfa okumama rağmen HİÇBİR ŞEY anlamıyordum. Hayır hayır abartmıyorum. Sahiden h i ç b i r ş e y anlamamıştım.
İlk fırsatta edebiyatı sevme sebebim sevgili ağabeyime telefon edip durumu anlattım. Acaba bende bir problem olabilir miydi? Bu kitap ne anlatıyor olsa gerekti? Benim bunu anlamam için öncesinde okumam gereken başka başka eserler mi vardı? Neyse ki ağabeyim beni teskin etti. Onu okumak için ne kadar çok fırın ekmek yemek gerektiğini, o kadar fırını yiyen insanların da işin içinden çıkamadığını hatta Ulysses'in kendisi kadar kalın bir Ulysses Sözlüğü olduğunu söyledi (Onu da Nevzat Erkmen yazmıştı elbette). Radikal gazetesinin medyatik entelektüelleri haklıydı.
Haddimi bilerek ve belki bir gün okuduklarımı anlayabilme kapasitene erişme temennisiyle kitabı kütüphaneye bıraktım. O gün bugündür ne zaman bir kitapçıya girsem ve Ulysses'i görsem elime alır, önsözde Nevzat Erkmen'in anekdotunu okur, içinden rastgele bir kaç sayfa açıp okuyup anlamaz ve kitabı tekrar yerine bırakırım.
Ne diyelim, ruhu şad olsun ustanın!
Solda Nevzat Erkmen, sağda James Joyce |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder