21 Şubat 2020 Cuma

"Ateş'in var mı ağabey?"

Bugün Taşköprü'de yürürken aklıma ilişiveren/takılıveren/sokuluveren* bir şey oldu.

Dört tane -muhtemelen liseli- kardeşim, metrelerce öteden seslerini işitebileceğim şekilde şakalaşıyor, tam da o yaşların getirdiği fazlaca enerjileriyle birbirlerine dalaşıyorlardı. Ben o sırada bir yandan yürürken bir yandan da ağlamaktaydım (Bir süredir mütemadiyen ağlıyorum). Tam yanlarından geçerken bir tanesi sordu; "Ateşin var mı ağabey?"**

"Yok" dedim, ağlamaklığımı gizleyen kibar ve net bir ifade ile. O saatte ve o soğukta oradan geçmekte olan tek kişi bendim, yani bende "ateş" bulamaması bir yoksunluk yaratmıştı. Şimdi nasıl sigara içeceklerdi... Ama bu onların derdi. Benim derdim başka:

Aklıma ilişen/takılan/sokulan fikir, ateşimin olmamasıydı. (Buradan sonra ateş kelimesini daha kutsal olan Ateş'i kastederek -sana da selam Prometheus- özel isim şeklinde yazacağım). Uzunca bir süredir Ateş'im yok. Ne zaman söndü emin değilim. Yok işte. Söndü. Bitti. Ateş'ime sahip çıkmadığım ve yanlış ellere emanet ettiğim için bunun sorumlusu elbette benim. Ona nasıl sahip çıkacağımı bilmiyor(d)um. Bilmediklerimizden sorumlu muyuz? Ah, elbette sorumluyuz...

"Ateş'in var mı?"

Sigara yakma amacının dışında, bu soruyu bir de hastalanmakta olan kişiye soruyoruz. Ve bence bu çok yanlış.
Bakınız bu çok y a n l ı ş.

(Doğrusu, "Ateş'in yükseldi mi?" olmalı)

"Ateş'in var mı?" sorusu, "Yaşam gücün yerinde mi?" gibi -oldukça derin ve bir o kadar düz- bir anlam içeriyor. Bu soruyu hastalanan birisine değil, sabah gördüğümüz birisine "günaydın" der gibi bir niyetle sormamız gerekiyor. Cevap "Evet" ise, bu iyi bir şey; şükürler olsun. Cevap "Hayır" ise, belki de kendi Ateş'imizden ödünç vermeliyizdir bu kişiye.

Diğer üç elemente kıyasla, elde en zor tutulan, kırılganlığı ve zayıflığı (ve de gücü) en fazla olan element Ateş. Ateş'i fazla olanın Ateş'ini azaltmak, yahut Ateş'i azalanın Ateş'ini harlamak toplumsal bir ödev olmalı. Eğer ben bir Andımız yazsaydım, küçüklerimi korumak ve büyüklerimi saymak yerine "Ateş'ine destek olmak" yazardım. Denge, azizim. Bireysel denge = Toplumsal denge. Yin ve Yang. Kapiş?

Peki toplumsal sistemlerimiz, değer yargılarımız ve iletişim becerilerimiz Ateşdurumlarımızı paylaşmaya imkân vermiyor diye Ateş'imizi onun bunun üzerine mi salalım? (Ha, Dracarys?) Yahut bitti diye kendimizi Toprak'a mı gömelim?

Elbette hayır. Bir zamanlar canım Aruoba'nın fevkalade belirttiği gibi:

"Ateşini kendi haline bırakamazsın — bırakırsan, tükenip söner…
Ateşinden sorumlusun."

Ateş'i sıfırdan yakmayı öğrenene kadar da bir Ateş'im olacağını pek sanmıyorum. Ödünç Ateş'le bir bok olmadığını öğrendim, şükür. Fakat kendi Ateş'ini yakmak da emek ve adanmışlık istiyor. Şimdi tüm dikkatimi ve niyetimi kendi Ateş'imi yakmağa vereceğim. Bir süre.

Sahi Ateş nasıl yakılır bilen var mı?***

*Aklımda beliren fikir için en uygun fiili seçemedim. O soğukta aklıma gelen bir fikir beynimin ve beremin sıcaklığına sokulmuş olabilir. Öte yandan ben yürürken havada asılı kalan o fikre takılmış da olabilirim. Ya da bu karşılaştığım gençler gibi bana ilişmiş bir fikir de olabilir. Belki de hepsini anlatan tek bir kelime olmaması benim kabahatim olamaz.

**Ağabey demedi, abi dedi. Yine de "ağabey" yazmak iyidir, güzeldir. Ağabey yazan insanları sevin.

*** İlkel koşullarda elbette: Saatlerce bir şeyleri birbirine sürtmek gibi...


Fotoğraflar: Mutlu Ekiz, Kayaköy, 2015?



(09.12.2019'da yazıldı. Ve yaklaşık 3 ay sonra ilk ateşimi yaktım. Çakmak taşı ve Kav mantarı ile...
Ateş yakmayı öğrendiğim kişi bir kadındı. Ve elementlerle ilgili bizi bilgilendirirken Ateş elementinin kendi kendimize -adeta yoktan varedercesine- üretebildiğimiz tek element olduğunu söylemişti. Derin.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder