İki ayrı zamanda, iki ayrı biçimde, iki ayrı kadına aşık oldum.
En azından ben böyle olduğunu zannediyorum.
Birisi, sessizliği paylaşmak istiyordu benimle. Konuşup sessizliği bozduğumda sanki günah işlemişim gibi hissediyordum. Onun yanındayken hep çok konuşuyordum.
Diğeri, konuşmak istiyordu benimle. Uzun uzun anlatmamı istiyordu. Geçmişte bıraktığım hikâyeleri hatırlayıp anlatmalıydım ona. Ve sanki hiç yeteri kadar anlatmıyordum. Ben henüz kim olduğumu bilmediğim için, hangi hikâyeyi anlatacağımı da bilemedim. Sessizdim.
Sessizlik-seven, öyle bir sarılıyordu ki, tüm cümlelerin yerini alıyordu sarılmak. Bu öyle bir sarılma ki, bir An içinde sonsuzluğu hissettiriyordu.
Konuşmayı-seven, dokunmaktan kaçınıyordu. Çünkü yaraları vardı, ve dokununca yeniden kanıyorlardı. Belki de bu nedenle konuşuyordu, ve çok güzel konuşuyordu doğrusu. Kelimeleriyle, sesinin tınısıyla ve ahengi ile sarılıyordu bana.
Sarılmayı-seven, sarılmayı bıraktığında, hava soğuyordu ve ben üşüyordum. Birden yarım kalmış hissediyordum, bugüne değin hiç hissetmediğim bir yoksunluk.
Sesi-güzel, konuşmayı bıraktığında hava soğuyordu ve ben üşüyordum. Birden derin bir hüzün çöküyordu: sessiz bir yalnızlık. Bugüne değin çok defa hissettiğim türden bir yalnızlık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder