(10 Şubat 2020 Eskişehir)
Bir kasabanın eşiğine gidiyoruz. Bir kaç kişi var, birisi rehber. Aynı zamanda spiritüel bir rehber. Etrafta çok eski taşlar var. Hepsi Karanlıkla ilişkili. Boy boy taşlar, grimsi renklerde, kiminin üzerinde kadim bir lisana ait yazılar, kiminde kabartma gibi suretler... Bulunduğumuz caddenin (ki bu son cadde) karşısında bir orman başlıyor. Burası sadece kasabanın değil, dünyanın da sonu gibi. Hava soğuk, etrafta kar var.
Karanlıkla yüzleşmek, onun bir şekilde rahatlaması için ona ifade alanı açmak ya da onu asırlardır saklandığı yerden serbest bırakabilmek için bir seremoni varmış. Rehber bize bunu nasıl yapacağımızı tarif ediyor ve gösteriyor. Diğerleriyle beraber yaptığı hareketleri yapıp söylediği mantravari sözleri tekrarlıyorum. Sözlerin bize bir anlamı yok gibi geliyor, ama içten bir yerden biliyorum ki bu kadim bir dil, çıkardığım her ses içimde titreşiyor. Ve bu, yavaş yavaş karanlığı bize doğru getiriyor. Gözlerimi kapatıyorum. Şehrin ötesinden, ormandan gelen karanlığı hissediyorum. Adeta bir karabasan gibi üzerime çöküyor.
Üzerime çöken şeyi görmüyorum. Ama hissediyorum. Güçlü ve karanlık varlıklar bunlar. Sayıları çok fazla. Nasıl tarif edebileceğimi bilmiyorum bu hissi. Ursula'nın Atuan Mezarları'nı okurken kafamda şekillenen şeyler tam olarak. Sanki ruhsal bir seviyede temasa giriyoruz. Başlangıçta onlarla cesurca yüzleşiyor gibiyim. Fakat kontrolü bir şekilde kaybediyorum. Ya da kaybediyoruz hepimiz. Artık Karanlık güçler serbest kaldılar ve çok güçlüler...
Sonraki bir sahnede, şehirdeyim ve gece. Karanlık güçler artık salınmış, bunun bilincindeyim. Ve tekrar bana gelecekler diye korkuyorum. Karanlığı hissetmeye başlıyorum yeniden. Kaçmaya çalışıyorum. Destek aramaya yelteniyorum. Önüme çıkan bir apartmanın korunaklı deposuna sığınıyorum. Yarım kat yeraltında olan garaj gibi geniş bir depo. Tek başımayım ve yoğun şekilde kaygılıyım. Karanlık çok güçlü. Baş edemiyorum. Korkuyorum ve desteğe ihtiyacım var...
Aynı uykuda gördüğüm sonraki bir rüya, aynı tema ile devam ediyor. Aradaki bağlantı kopuk. Karanlık güçler hâlâ serbest. Annemin evine yakın, bilmediğim bir ormanın kıyısındayım. Karanlık güçler aynı ormanda. Fakat orada korunan bir yer varmış. Ağaçların koyu gölgesinde, hafifçe bir tepe. Ve orada eski sevgilim C. var. Yanına çıkmak için ondan izin istiyorum. Biraz şüpheci davransa da, merhamet gösterip izin veriyor. Korunaklı yerdeyiz şimdi, o az daha ötede. Benimle konuşmuyor. Uzun bir süre onu bekliyorum. Uzunca sabır gösterebildiğim için sanırım, benimle iletişime geçiyor. Böylece sohbet etmeye başlıyoruz. Onu çok özlediğimi, yeniden birlikte olmamız gerektiğini hissediyorum, fakat bunu teklif dahi edemeyecek bir durumda olduğum için acı çekiyorum. Çünkü böyle bir ihtimal yok. Elimden sadece beklemek geliyor, ben de bekliyorum. Bu sırada ikimizin de çıplak olduğunu fark ediyorum. Fakat cinsellik ya da şehvet barındıran bir çıplaklık değil bu. İnanılmaz doğal ve rahat bir çıplaklık. Zaten olduğumuz halimiz buymuş gibi. Adem ile Havva çıplaklığı gibi... Yüzüstü uzanıyorum. Hem çektiğim duygusal acının hem de Karanlık güçlerin bendeki tesirinin farkında olduğu için bana masaj yapıyor ve sanki şifalanıyorum. Fakat sonra gitmesi gerekiyor, ben yüzümü dönemeden bir anda gidiyor. Onu özlemeye başlıyorum. Ve yoğun bir özlem duygusu ile uyanıyorum...
C. ile oturduğumuz tepe, bu fotoğrafı andırıyordu. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder